HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


12 Mart 2009 Perşembe

BALIK EKMEK



İnsanı büyüleyen, gizemli, nerede ne çıkacağını kestiremediğiniz, sürprizlerle dolu bir kent. Sıkıcılığı ve monotonluğu sevmeyen insanların aklından çıkaramadığı, bu özelliği nedeniyle ona alışanın bir daha bırakamayacağı bir şehir. İstanbul...

İstanbul tüm şehirlerden çok farklıydı benim için. Daha ilk günlerimde yapmıştı büyüsünü bana. Ruhuma giriyor, çıkmayacak bir şekilde yerleşiyordu içime. Alıştıkça da, çekiciliği artıyor, uzaklara gitsem de kolumdan tutarak beni alıp geri götürmeye çalışıyordu.
İstanbul'da kaldıkça hiç ayrılamıyor insan, ayrılmak zorunda kalmışsan da kendini tam olarak koparamıyorsun İstanbul'dan. Ruhunun bir parçasını orada bırakmışsın, almak için oraya gitmek zorundaymış gibi hissediyor insan. İstanbul’da bıraktığın eksik parçanı başka şeylerle tamamlamaya çalışsan dahi, onun gibi olmayacağını bir süre sonra gösteriyordu, geçen zaman.

İstanbula gittiğim ilk günlerdi. Daha önce İstanbul’u hiç görmemiş biri olarak şehir gezi rehberinin ilk sıralarında bulunan yerlere gittik yeğenimle. Çok iyi hatırladığım gezimize Sultanahmet meydanından başlamıştık. Yürüyerek; Yerebatan sarayı, Ayasofya, Topkapı sarayı, Gülhane parkı oradan Eminönü’ne gitmiştik.

Büyüleyiciliğin, büyüsünün yapıldığı mekanlardı saydığım yerler. Güzel hava, nefis bir manzara ve tarihsel bir doku. Eski ve yeni iç içe geçmişti. Ne geçmişinden kopabilmişti şehir, ne de geleceğine tam olarak ayak uydurabilmişti. Her iki kare yan yanaydı. Geçmişte mi kalalım, yoksa değişip yeni mi olalım kararsızlığı vardı şehirde. Bunun en iyi örneklerinden biride, Eminönü’nde iskeleye tutunmuş balık ekmek satan teknelerdi. Modern ulaşım araçlarının yolcu alıp indirdikleri iskelenin kenarında, saltanat kayıklarına benzetilmişlerdi bu tekneler. Balık ekmek satıcıları ise pantolonun yerine şalvarları, gömleğin üstüne cepkenleri, şapka yerine püsküllü fesleri geçirip, yağız birer delikanlı olmaya çalışmışlardı.

Öğrenci olup, cepte de çok para olmayınca, karın doyurmanın en ekonomik yolunun, bu teknelerde satılan balık ekmekler olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Haliç ve boğaz siluetinin en iyi görüldüğü yerde yiyebiliyordun bu yemeği. Manzara fiyatın içindeydi anlayacağınız. Balık ekmeğin yanında salata da isterseniz eğer yalnızca soğanı bulabiliyordunuz. Soğan işlemden geçirilmeden, sadece soyulmuş ve dörde doğranarak konulmuş olduğu için, ağız kokusu çok kötü olurdu. Fazla yediğiniz zaman, insanlar kokarca görmüş gibi yanınızdan kaçışırlardı. Paraya biraz daha kıyabilirseniz eğer, hemen yanı başınızda bulunan turşucudan da bir bardak turşu alırdınız ve nefis menüyü hazırlamış olurdunuz.

İstanbul'da bulunduğum yıllar içinde, anlattığım balık ekmek hikayesi çok kere tekrarladığım bir anımdır. İstanbul kültürüne uygun olmadığı ve iskelede güvenliği tehlikeye soktuğu gerekçesiyle belediye tarafından kaldırıldığını duyunca, İstanbul’la ilgili hatıralarımdan bir iki kare çıkarılmış oldu. Neyse ki ihale edildi de, balık ekmek teknelerine tekrar izin verdiler.

Belki bir gün Eminönü'nde balık ekmek yerken karşılaşırız sizinle, kimbilir? Size acılı turşu suyu bile ısmarlarım o zaman.

Doğal Kalın.

1 yorum:

kürşat akın dedi ki...

üç yıldır gitmedim istanbula. ama istanbul denince aklıma balık ekmek, turşu suyu ve kokoreç gelir :))