HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


29 Nisan 2009 Çarşamba

HUZUR

Huzur, derin bir nefes gibi. Sürekli olmayan. Almak ve vermek gibi. Bir anlık…Zaman aralıklı, olmazsa olmazlardan… Kuş tüyü yastıkta, güneşin altında- denize karşı şezlonga uzanmak gibi…Gelip-geçici gibi ama aralıklı işçimen bir yapıya sahip. Ne seni terk ediyor, nede sonsuza kadar yanında duruyor . Mesafeli, gölgeli…Küçücük elleriyle, kocaman bakışlarıyla, bakmaya doyamadığın bebek lezzeti var yapısında.Herkesin istediği ama sadece istenilene açılan bir kapıdan ibaret.

Bir tatlı huzur almaya geldim diyor ya şarkıda. Nerden alınıyor? Nasıl elde ediliyor ve elde edilen nasıl elde tutuluyor bunu gerçekten öğrenmek istiyorum.

Yazan: Yağmur
***************************************************
Huzur kişiye özeldir. Kimine göre deniz kenarında bir bardak çay içmek, tarlada patates toplamak, uzun bir yürüyüş yapmak, radyoda çalan şarkıya eşlik etmek, bir bebeğin yüzüne bakmak, telefonun ucunda sevdiğinle konuşmak ya da hiçbirşey yapmadan öylece bakmaktır hayata. Huzur insanın içindedir, istediğin zaman istediğin an onu elde etmek bizim elimizdedir. Durmak ve düşünmektir.
Huzurlu ,mutlu ve sağlıklı günler.
Yazan: Ayşe

27 Nisan 2009 Pazartesi

AŞKIN BÜYÜSÜ


Aşka yapılan büyüden değil,
insanı büyüleyen aşktan bahsetmek istiyorum.


Aşk önce insanın ruhunu, sonra tüm bedenini esaret altına alır.
İnsanın en güzel esaretidir o.
Aşkın sıcaklığı yakar, kavurur her şeyi.
Bedenin tüm hücreleri, sadece aşkı hisseder ve aşkı yaşar.
Çevrendekileri göremez, söylenenleri de algılayamaz olursun.

Değişir her şey.
Onun adı, cismi, anıları daha yakın, diğerleri daha uzak olur sana.
Bırakamazsın,
Ve hiç bitmesin istersin.
Yüreğinden, gözünden uzak tutamazsın artık onu.
Gün boyu onu yüreğinde saklar, geceleri de onun adını sayıklarsın.

Çünkü sen aşkın büyüsüne tutulmuş olursun.
Kurtaramazsın kendini,
Aşkın esaretinden.


Doğal Kalın

21 Nisan 2009 Salı

CENGİZ EFENDİ İYİ DİNLE BENİ!

Eşi çok yakın zamanda ölmüştü. Büyük şehirde yaşayan çocuklarının yanında kendini rahat hissedemeyince, doğduğundan beri yaşamını sürdürdüğü köyüne geri dönmüştü. Tercihini yalnız kalmak yönünde kullanmıştı. Onunki öyle bir yalnızlıktı ki, tüm evini sadece kendisiyle paylaşıyordu. Evi de çok yalnız bir yerdeydi. Köyün eski ve yıkık mahallesinde ayakta zor duran, tek evdi.

Eşinin vefatından sonra başsağlığı dilemek için gitmiştik yanına. Son haftalarda kapısını çalanlar sadece bizlerdik galiba ki, görünce bizi çok sevinmişti. İçeri girdiğimizde kahvaltısına henüz yeni başlamıştı. Israrla kahvaltı sofrasına davet ediyordu, bizde ısrarla "sağol karnımız tok" diyorduk. Hem kahvaltısını yapıyor hem de son aylarda yaşadıklarını anlatıyordu.

“Cengiz efendi bak iyi dinle beni. Hanım öldükten sonra bende öldüm sayılır. Kadınsız olmak çok zormuş. Sağlığındayken çok kavga ederdik. Allah canını alsın diye, çok beddua ederdim ona. Öldü gitti, ben şimdi yapayalnız kaldım bu koca evde. Yalnızlık kadar zor bir şey yokmuş. Böyle olacağını bilseydim…”

Abbas amcanın anlattıkları, insanın varlığıyla ilgili ne kadar soru varsa aklına getiren cinsteydi. Yaşamın anlamını, eşinin ölümünden sonra çözmüş bir bilge edası vardı. Anlattıkları derindi ve çok düşündürücüydü. İnsanı yaşadığı zamandan alıp, önce eski zamanlar duvarına vuruyor, oradan yıllar sonrası duvarına çarpıyordu. Onu dinleyip de etkilenmeyen, gözyaşına engel olabilen yok gibiydi. Evin mistik ortamı ve kahvaltı sofrasının görüntüsü, konuşmanın gücünü daha fazla arttırıyordu.

Fotoğraf makinem yanımdaydı, dayanamadım deklanşöre basmaya başladım. Belge niteliği vardı bu anın. Anlattıklarını fotoğraf karesi veremezdi ama bir fotoğraf da pek ala çok şey anlatabilirdi. Bende böyle bir kare yakalamalıyım diyordum.

Hayatımızın dersini alarak ayrıldık, onun evinden. Uzun bir süre kulaklarımızdan çıkmayacaktı anlattıkları, hiç kazınmayacaktı zihinlerimizden görüntüsü.

Ölümden çok bahsetmişti, davetiye gönderdiği belli oluyordu ona. Hatırlı insan olduğundan, davetine en kısa zamanda olumlu karşılık verilmeliydi. Nitekim de öyle oldu. 2 ay sonra randevularına her ikisi de sadık kalmışlardı, buluşmuşlardı karanlık bir gecede.

Kural yine bozulmamıştı.

Doğal Kalın.

18 Nisan 2009 Cumartesi

GÜLÜN KOKUSU KALSIN


ilköğretim okuluna giderken hiç unutmam, yolumuzun üzerinde bir ev vardı. O evde bir yaşlı amca ve eşi oturuyordu. Evlerinin önünde küçük bahçeleri vardı. Bahçelerinde o kadar güzel güller vardı ki, görmenizi isterdim. Sarı, kırmızı, beyaz, pembe güller. Yerde ise menekşe, zambak, sümbüller vardı.

Biz arkadaşlarla hergün amcadan gül isterdik. Çoğu zaman verirdi, bazende veresi gelmezdi. Bizde 8-10 kişiyiz ya plan yapardık, gülleri çakdırmadan çalmaya çalışırdık ve nasıl oluyordu anlamazdım yakalanırdık. Çocukluk işte. Ertesi sabah hemen yeni plan yapardık. Amcaya bugün öğretmenler günü, gül kopartabilirmiyiz derdik. Amca dayanamaz hepimize birer gül verirdi. Bizde bahane çoktu, 10 kasım anneler günü vs..

Ayda yılda birde olsa, o yoldan gidiyorum. Ne güller kalmış, ne ev nede amca kalmış. O güzelim yer yol olmuş. Geçenlerde yine o yoldan gidiyordum, oraya geldiğimde derin bir nefes aldım. Güllerin kokusunu hissettim.

O yıllara dair hiç birşey yoktu ama güllerin kokusu kalmıştı.

Yazan: Adsız

İZİ KALDI



Arkadaşımın doğup büyüdüğü memleketine gidecektik hafta sonu. O, bir süredir görmediği yakınlarıyla özlemini giderecekti. Ben ise, bahar havasında doğanın merhabasına cevap verecektim. Karaman’a bahar tam olarak gelmediğinden, baharın geldiği yerlere gitmek fikri bana çok cazip gelmişti. Daha önce görmediğim yerleri görecek, farklı kültürleri tanıma fırsatını yakalayacaktım.

Mut’un Kravga beldesine gidecektik. Arkadaşımla müziğe olan ilgimiz fazlaydı ve zevklerimiz birbirine yakındı. Bu nedenle doğanın sunduğu güzelliklerin arasından geçerken, fon müziğini hiç eksik etmiyorduk. Kravgaya gittiğimizin ilk dakikalarında ağaçtan erik topladık. Başka ellerin değmediği meyveleri ilk olarak bizim koparıp yememiz çok güzel bir duyguydu. Ağaçlar meyvelerini bize uzatıyor, bizde onların elinden alıp yiyorduk. Aracı kimse yoktu. Bizi bekleyen yakınlarımıza da meyve götürmek istedik. Kendi elimizle topladığımız meyveleri onlara götürmenin duygusu da ayrıca çok güzeldi.

Kasaba içinde yaptığımız turda, o kadar fotoğrafik kare vardı ki, bir fotoğrafçıyı ciddi derecede tahrik ediciydi. Güncel kültürden çok fazla etkilenmemiş, kendi kültürlerini koruyabilmiş insanların bulunduğu ortamlardan geçerken bu güzel kareleri görebiliyorduk. İyi fotoğraf çekebilmek için her türlü malzememiz vardı, ama yeterli zamanımız yoktu. Zaman baskısını üzerimizde hissediyorduk. Bu durum çok ciddi sıkıntı veriyordu açıkçası.

Arkadaşımın teyzesine ziyarete gidecektik. Avlu kapısında 5-6 çocuk karşıladı bizi. İlgileri son derece fazlaydı. İlgilerini neyin çektiğini iyi biliyordum. Fotoğraf makinası! Bu yüzden deklanşörü çok daha hızlı çalıştırmaya başladım.

Çocuklardan bir tanesinin her davranışı, güzel bir fotoğraf karesi oluşturuyordu. Özellikle bir yürüyüşü vardı ki, fotoğrafını çekmeden duramadım. Bu çocuğu diğer çocuklardan izole edip, yürüyüşünü çekmek cidden zor bir işti. Kısa an içerisinde bu fotoğrafı çekmem gerekiyordu. Kaçırmayayım bu görüntüyü diye düşünürken telaşlandım galiba. 3 kare çekebilmiştim, ama içlerinden sadece bir tanesi işe yarıyordu.

Böyle yürümeyi nerden öğrenmişti acaba? Bunu düşünürken, babamın da aynı şekilde yürüdüğü aklıma geldi. Küçükken bende böyle yürümüş olabilir miydim acaba?
Anladım ki, anıların izi kalmış bende.

Doğal Kalın.

15 Nisan 2009 Çarşamba

ASMALI KONAK


Ürgüp’e kaç kere gittim, kaç kere Asmalı Konağı ziyaret ettim inanın hatırlamıyorum.Bahar şalları, Dicle sürmesi, Seymen resimlerini kaç kere hayretle elime alıp evire, çevire inceledim onu da hatırlamıyorum.

Üniversiteye hazırlandığım sene Asmalı Konak efsanesi döner dururdu televizyonlarda. Merakla dizinin gününü bekler, ağzım açık televizyon karşısında diziyi seyrederdim. O dönem okul ve üniversiteye hazırlığı beraber sürdürdüğüm için gerek dershane programlarına, gerek okuldaki yazılı günlerine ısrarla Asmalı Konak gününü koydurmazdım.

Ben ciddi bir Bahar (Nurgül Yeşilçay) hayranı, ablam ciddi bir Seymen (Özcan Deniz) hayranıydı. Israrla hayır Bahar bunu hak etmedi derdim ben, ablamda inatla Seymen çok iyi yaptı derdi.

Hiç unutmam iki yazılım olduğu bir gündü. Bende sınav çalışmasını son güne bırakan öğrencilerden olduğum için konuları yetiştirememiştim o akşam. Aksilik bu ya Tv bozulmuştu o akşamda. Üst komşudan rica ettik ablamla. Akşam size gelip diziye bakalım mı diye. Bir yandan sınav var, diğer yandan Tv yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Ama diziyi kaçırmamakta ısrarlı olduğum için izlemiştim. İki kez sinema filmine gidip, 2 kezde Tv’de tekrarına bakmış bir bireyim ben. O dönemler sinema filmini okulda arkadaşlarım eleştirirken sadece şu cümleyi söylediğimi hatırlıyorum. “Dizi ekibi oraya çıksa ve hiçbir şey söylemeden sahnede kalsa ben yinede onları alkışlarım demiştim.” Bu diziye hayranlığım işte bu kadar sonsuzdu.
Beni diziye iten şey dizinin Ürgüp’te (ben bir Ürgüplüyüm) çekilmesinden mi kaynaklandı bilmiyorum ama dizi gerçekten muhteşemdi.

Yazan: Yağmur

10 Nisan 2009 Cuma

YANSIMA

Hayatta yaptıklarımız içimizdekilerin yansımasıdır.
İçimizde ne varsa onu yansıtırız dışarı.

9 Nisan 2009 Perşembe

BİZ GİDERKEN GELİYORLARDI


Buraya kadar gelmiştik. Korkumuzdan ve daha önce tecrübe etmediğimizden dolayı kayak yapamadık ama teleferiğe binmeden de gitmeyelim istedik. Bazı arkadaşlarım bir gün önce teleferiğe binmişlerdi. Turun sonrasındaki görünümleri halen kafamda duruyordu. Saçlarının her teli donmuş, saç ve kirpiklerine aklar düşmüştü. Şimdi biz binecektik teleferiğe. Hava çok soğuktu, üzerimizdeki elbiseler de havanın bu soğukluğunda bizi ısıtacak cinsten değildi.

Teleferiğe binmek bile can sıkıcı olmuştu. Endişeli halimiz devam ederken en sonunda teleferiğe binebildik. Yavaş yavaş ilerliyorduk, giderek yükseklik artıyordu. Doğal olarak bizdeki sıkıntıda artıyordu. Soğuk rüzgar tenimize dokundukça hem vücudumuzu üşütüyordu, hem de “ya teleferik bozulursa” şeklindeki endişelerimize bağlı olarak ruhumuzda üşümeye başlıyordu.

Teleferik her sallandığında, arkadaşımın çığlıkları tüm Erciyes’ de yankılanıyordu. Her iki eliyle teleferiğin demirini öyle bir sıkıyordu ki, neredeyse suyu çıkacaktı zavallı demirin. Korkmaması için telkinlerde bulunuyordum, ama nafile. Tüm bu korkutucu halin biran önce bitmesini istiyorduk. Bu yüzden yukarıda hiç durmadan devam ettik yolumuza. Artık aşağıya doğru gidiyorduk. Yükseklik algısı biraz daha fazlalaşmıştı. Buna bağlı olarak korkumuzda artmıştı. Parkurun tamamlanmasına çok az kalmıştı ki birden teleferik durdu ve biz yukarıda sallanmaya başladık. Sanki arkadaşımın bütün kehaneti tutmuştu. “Ya bozulmuşsa ve biz buradan inemezsek, uzun süre burada kalıp soğuktan donarsak”. Ben onun kadar korkmuyordum ama yine de…Çaktırmıyordum sadece. Zaman yavaş akıyordu, hatta durmuş gibiydi.

Aslında arıza yoktu, sadece kısa süreli duraklamalar oluyordu. Korkudan biz farklı yorumlar yapıyorduk yani. Neyse başlangıç noktamıza az kalmıştı. Arkadaşımda rahatlamaya başlamıştı, gözünü açabiliyordu artık. Bende makinemi çantasından çıkarıp fotoğraf çekebilecek kadar rahatlamıştım. Zaman bizim lehimize işliyordu. Bitiş kısmına yaklaşıyorduk.

Fotoğraflarını çektiğimiz kişiler yukarı doğru çıkıyorlardı. Yolun başındaydılar henüz. Onlara göre kendi durumumuzu düşünecek olursak biz daha şanslıydık. Çünkü sona yaklaşmıştık, oysa onların çok yolu vardı daha.

Fotoğrafını çektiğim kişilere biraz daha yakından ve dikkatlice baktığımda, ortada bir sorun olduğunu anladım.
Onların yüzünde bizim gibi korkma emareleri hiç yoktu.
Neşeliydiler. Tadını çıkarıyorlardı bu yolculuğun.

Anlaşılan, korkan bir tek biz vardık.

Doğal Kalın.

8 Nisan 2009 Çarşamba

KAHKAHALARINIZ OLSUN


Başka insanlar güldüğü ya da kahkaha attığı için hiç güldüğünüz oldumu? Bu fotograf çok şey anlatıyor ama karede olmayan başka şeylerde var. Bu karede olmayan ben ve bir arkadaşım daha var. Eğer bizim de fotoğrafımız çekilmiş olsaydı, bu kareye gülenlerin fotoğrafı da olacaktı. Bu kare nefis doğaya rağmen ilgimizi kendisine çekmişti, biz de gülümsemeden duramadık.

Kızı ve annesinin kahkahaları, en güzel melodi olarak yankılanıyordu dağlarda. Almışlar, çekmişlerdi yaşamın tüm güzel enerjisini, toplamışlardı kendilerinde. Bakana güzel bir ışık, dinleyene güzel bir melodi, hissedene yaşam coşkusu vermişlerdi.

Yaşam da kötü şeyler vermek istemiyordu zaten. Almayı, duymayı, görmeyi isteyene tüm cömertliğiyle veriyordu güzelliğini. Bazen kötü şeylerde veriyordu tabii. Ama gelen her kötü şey; ya iyi şeylerin hemen öncesinde işaret olarak ya da iyilerin daha iyi fark edilmesi için onun yanında acılı meze olarak veriliyordu.

Her türlü kötü şeylere rağmen, sizin ve sevdiklerinizin yaşamda olduğunu düşünerek gülümseyin, hatta kahkaha atın lütfen. Kahkaha atmak için, bundan daha güzel bir sebep olabilir mi?

Kahkahanız bol olsun.

Doğal Kalın

7 Nisan 2009 Salı

KÖYÜN KİBARASI

Onu tanımanızı çok isterdim.
Candanlığı, insan sevgisi, saf çocuk yüreği ile size sarılması öyle hoş ki.
Ne mutlu banaki, ben bu kadını tanıdım.
Elinizi tutup sizi evine davet ederdi.
Herşeyiyle saf bir sevgi yumağı idi Kibara.

Yazan: Filiz

6 Nisan 2009 Pazartesi

SAHNE ŞOVU


Şu hayatta hepimiz sahnede değil miyiz? Oyunu yazanda oynayanda biziz. Bir gün gelecek oyuncular oynamaktan, izleyiciler izlemekten yorulmuş olacaklar. İşte o an bizim için gerçek şov başlamış olacak.

Yazan: Adsız