HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


30 Eylül 2009 Çarşamba

NADAS

Nadasa bıraktım yüreğimi...
Ne sevgi ekeceğim, ne kin ne nefret,
o ak sakallı toprağa...
Ayaz akşamların konuğu olmayacak ayrılıklar...
Güneşi eritmeyecek, tenime değmeyen teninin soğuk sıcaklığı.

Kentin ışıkları yalnızca ışık,
bulutları yalnızca bulut,
papatyalar yalnızca papatya
ve sen yalnızca sen olacaksın, yalnızca sen.
Nadasa bıraktım mısralarımı,
ne bahar sevişecek,
ne şarap bordosu akşamlar.

Bu dardamağan yatakta...
saçlarımdan süzülmeyecek heyecan şıraları...
Tırnaklarıma dökülmeyecek, avuçlarıma...
Suskun dokuyacağım huzur tezgahında...

Nadasa bıraktım gökyüzünü...
ne umut uçurtacağım,
ne dilek ne sitem.

Gönderen: Dilek Ülvan Yılmaz

28 Eylül 2009 Pazartesi

BİR ANNEYİM BEN


Zaman geçsede acım dinmek bilmiyor.
Yıllar bibirini kovalasa da unutulmuyor evlat acısı. İçime akıttığım gözyaşlarım sel olup akıyor. Acısı dinmeyen bir anneyim.

Büyük bir ümitle anne olacağım saatleri 9ay bekledim. Soğuk bir Kasım günü dünyaya açtın gözlerini. Doğduğunda diğer bebekler gibi ağlamadın. Sütümü emmeden baş parmağını emmeye başladın. İki aylık olduğunda hastalandın. Komşudan borç alarak götürdüm seni doktora. Reçete yazdı. İlaçlarını yoksulluktan alamadım.

Bir ramazan günü davulun sesiyle uyandığımda, ilk senin beşiğine baktım. Cansız bedenin uzanıyordu. Bize erken veda etmiştin.

Seni görmesemde, anne diyen sesini işitmesemde, kokunu duymasamda, aramızda olmasanda, anılarınla avunup, yüreğimin gizli köşesinde yaşatıyorum seni.

Bir anneyim ben.

BALIK AVCISI DEĞİL TENEKE AVCISI


Geçen hafta içinde Foto İz adlı fotoğraf sitesinin organize ettiği Düzce kampına katıldım. Yol uzaktı. Uzun ve keyifli bir yolculuktan sonra kamp yerine giden ikinci kişiydim. Birincisi Mersin’den gelen Osman beydi.Tanıştıktan sonra, yaşamıyla ilgili olarak yaptığımız sohbet devam ederken, yeni gelenlerin olmasıyla giderek kalabalıklaşmaya başladık. Ben bu fotoğraf sitesine üye değildim ve hiç kimseyi tanımıyordum. Yabancılık duygusunu kısa süreli de olsa hissettim. Zaman ilerleyince giderek kaynaşmaya başladık. Ortam eğlenceli hale gelmeye başladı. Genelde böylesi büyük topluluklarda gruplaşmalar kaçınılmaz olur. Arif, Rüknettin, Mete, Uğur, Atakan beylerle küçük bir grup oluşturduk.

Bizim gruptakilerle sabahın erken saatinde, gün aydınlanmadan yola çıkıp, gölün üzerinde güneşin doğuşunun fotoğraflarını çekmeyi planladık. Sabah 6 da planı uygulamaya başladık. İlk olarak yoğun sis içerisindeki ormanlık ve köy manzarasının fotoğrafını çekmek için Top Tepe olarak adlandırılan bir tepeye çıktık. Güneş henüz doğmamıştı. Geniş bir alana yayılmış yoğun sis tabakasının yaptığı görsellik büyüleyiciydi. Uzaktaki ağaçlar, köyler ve yollar belli belirsiz görünüyordu. Yağlı boya tablosunun canlı hali, önümüzde duruyormuş gibiydi.

Çekilen çok sayıda fotoğraftan sonra aşağıdaki göle doğru yolumuza devam ettik. Göl kenarındaki kuş gözlem kulesi ve iskele, sis altında gizemli bir hal almıştı. Yıllar öncesinden ya da başka gezegenden gelmiş gibiydiler. Buranın büyüleyici atmosferi ilk anda şaşkınlık benzeri bir hal oluşturdu üzerimizde. Nereden nasıl başlasak, nasıl fotograflasak diye düşündük. Değişik fikirler çıktı. Arif beyin yanında balık oltası vardı. Bu gölde, sisli havada balık tutan birisinin fotoğrafını çekmek düşüncesi en çok tutulan fikir oldu.

Balık oltası, sandalye ve avcı şapkası. Kompozisyon için her şey vardı. Uzaktan birkaç kare aldık. Birde ne görelim güzelim nilüferlerin arasında en az onların sayısı kadar teneke ve plastik kutu. İnsanların doğayı kirletmesini hangi mantıkla yaptıklarına aklımız bir türlü ermedi. İçtiğin içkinin ambalajını neden kaldırıpda göle atarsın ki. Biz bunu anlayamadık. Kızalım mı, başka bir şey mi söyleyelim, tepkimizi nasıl verelim bilemedik.

Arkadaştan sonra balıkçı modeli ben oldum. Oturdum sandalyeye ve elime oltayı aldım. Balık tutan birisi gibi davranacaktım, arkadaşlarda fotoğrafımı çekecekti. Bu ortamda fotoğraf çekmek gerçekten çok zor bir iş. Oltanın ucunu kadraja almaya kalksanız her yer kutu. Fotoğrafta görüntü kirliliği yapacak. Temiz bir açı bulmak da mümkün değil. Neyseki arkadaşın fikri yardımımıza yetişti. “Merak etmeyin Photoshopla bu kutuları sileriz.”

Bu fotoğraftaki yüzlerce kutuyu bende bilgisayar programıyla temizledim. Artık göl tertemiz oldu.

Doğal Kalın.

KAPI ÖNÜNDE OYUN


Uzaklaşmadan ama oyun alanını kısıtlamadan. Kaybederken ama hile yapmadan. Düşerken ama dizlerin acımadan. Top peşinde koşarken, ip üstünden atlarken. Severken ve mutlu olurken. Avuçlarında kocaman ama ağzında küçücük şekerleri eritirken...

Akşam vakti annenin aralık bıraktığı kapıdan girerken ama gözünün dışarıda kalmasıyla pencereye bakıp tekrar tekrar sokağa iç geçirmek. 1 dakikanın en kıymetli olduğu anlar. Sanki 1 dakika daha koşsa sokakta doyacakmış gibi her seslenişte 1 dakika daha diye karşılık veren minicik dudaklar. Serbest yaşamlar.

Kovalamaca, yakar top, bisiklet, elim sende, ip, maç, istop, saklambaç ve çocukluk.Ve sen en saf duygularım. Kapı önünde bıraktıklarım. Büyüdüklerim ve benimle birlikte büyüyen en acımasız yaşamım.

Özledim soğukta titremeyi, sümüklerimi kollarıma silmeyi, komşu kadının çocuğuna sürerken arkadaşınada ver diye yolladığı ballı ekmeği. Ve sokakcık seninle paylaştığım elmaları özledim.

Ve dahası... Maç yaparken çelme takan arkadaşımı, ip atlarken düşüp acıttığım ve sonra kabuk bağlamış yaralarımı. Sancılarımı ve seni sokak özledim.

Ve Kapı önünde bıraktığım çocukluğumun düşlerini. Burnumu çeke çeke özledim.

Yazan: Yağmur

HÜZÜN


Siz ne iseniz çevrenizde öyledir.
Gülümse hayata.
Beraber olduğunuz insanlara coşkunuzu aşılayın.
Siz ne iseniz çevrenizde öyledir.
Olumlu enerji çevreden olumlu enerjiyi,
olumsuz enerji olumsuzu çeker.
Dışarıya verdiğiniz enerji, bumerang gibi size geri döner.
Yazan: Adsız

8 Eylül 2009 Salı

KÜÇÜK DUYGULAR


Gece gündüz demeden oynardık.
Biraz tehlikeli olsa da, ben de arkadaşlarım gibi en çok gece oyunlarını severdim. Çünkü gece saklanmak kolaydı, heyecanlıydı…
Kendimizi oyunun büyüsüne kaptırırdık. Kimseyi duymazdık, dış dünyadan kopardık.
Sadece oynardık.
Düşünmezdik; oyun arkadaşlarımızın erkek kız olduğunu, fakir zengin olduğunu, güzel çirkin olduğunu … bakmazdık.
Hiç kimseye durumundan dolayı ayrıcalık ta yapmazdık.
Sadece içimizdeki o sonsuz oyun oynama aşkıyla oynardık.
Yazan: Karamel

1 Eylül 2009 Salı

SİGARA TABAKASI

Yaşlı adam bütün gün meyve bahçesinde çalışmaktan yorulmuştu. Bahçesinde çeşitli meyve ağaçları ile sebzeler vardı. Serin olduğundan ceketini üstünden hiç çıkarmamıştı. Yorgunluğunu atmak için, meyve ağaçlarından birisinin gölgesine oturdu. Ceketinin cebinden gümüş renkli sigara tabakasını çıkardı. Tabakasının derin gözünde sarı boz renkte tütün, derin olmayan gözünde incecik sarımlık kâğıt bulunurdu.

Sarımlık kâğıdın ortasına sarı boz renkteki tütünü koydu. Yılların ve yaşlılığın belirtisi olan kırışmış elleriyle yaprak sarar gibi sardı sigarasını.

İncecik sarmayı herkes kolay kolay yapamazdı. Marifet isterdi. Sigarayı iki dudağının arasına aldı ve ceketinin diğer cebinden çıkardığı gümüş renkli eski tip çakmağıyla yaktı.

Yazan: Adsız