HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


16 Haziran 2009 Salı

BÜYÜLEYEN GÜZELLİK







SONUN BAŞLANGICI


Hafta sonu babamın mezarı başındayken, sonun başlangıcı olan fotoğraf karelerine bir bir şahit oldum. Toprağı kurumuş, toz duman olmuş. Otlar baş göstermiş, itici bir sıcaklık sağlamaya çalışıyor o soğuk ortamda. Güneş tam tepe noktasında içimizi kavuruyor. Yoldan topladığım papatyaları ve ismini bilmediğim çiçekleri koyuyorum, babamın kucağına. Herkes uzaklaşınca, sessizce eğilip fısıldıyorum.
Babalar günün kutlu olsun baba!

Yine kızgınca ayrılıyorum yanı başından. Soğuk bir mezar taşına son kez bakıyorum ve koşmaya başlıyorum. Allah’ım bu ne dramatik bir sahne. İçim neden taş kesildi birden. Bedenim niye soğudu? Cevap yok, soru işareti çok.

Sonra toplu konut yapı projesine bakar gibi babamın baki evine bakıyorum. Yine bir gün bir yerlerde baba-kız olabilecek miyiz acaba diye. Yoksa ben Allah’ın günahkar kulu ezeli cehennemde kalıp onun kirli sakallarından bir daha hiç öpemeyecek miyim?

Çiçek her yerde çiçek olamıyor maalesef. Gül her yerde gülerek bakamıyor yüzümüze. O zaman anlıyorum ki çiçekler bile bulunduğu ortama göre anlam ifade ediyor. Dünyanın en harika çiçekleri bile, içine çökmeye yüz tutmuş, kurumuş bir mezarın başında, itici bir görüntüden başka hiçbir şey ifade etmiyor.

Çiçekleri birilerinin kucağına bırakmak için beklemeyin. Zaman o kadar kısa ve o kadar çabuk değişim içindeki. Bir varmış bir yokmuş demeden, buket buket gülleri, yaseminleri, papatyaları, goncaları ve begonyaları sevdiklerinize ulaştırın. İnanın, gözyaşlarıyla çiçek sulamak çok zor.

Yazan: Yağmur

15 Haziran 2009 Pazartesi

KİRLETECEKSENİZ GİTMEYİN LÜTFEN





Kısa bir süre önce tanıştığımız Mustafa Tor ve eşi Berrin hanım Mut civarındaki Yerköprü Şelalesine gitmek istiyorlardı. Beraber gitme kararı aldık. Her ikisi de doğa hayranı ve doğasever insanlar olduklarından, beraber olmak, doğanın bize sunduklarını onlara ikram etmek fikri açıkçası benim için gurur verici olacaktı.

Yolun bozuk olmasından dolayı, arabayla şelalenin bulunduğu yere kadar gitmemiz mümkün olmadı. Hava, kavurucu sıcaktı ve çok nemliydi. Malzemeleri dik yokuşta elimizde taşımak zorundaydık. Yiğit olmaya yiğittik ama koşullar bunu göstermemize engel oluyordu. Kaçınılmaz bir şekilde birkaç defa gidip geldik. En son gidişimde artık güneşin kavurucu ışınları beynimi en alt katmanlarına kadar etkilemeye başlamıştı. Güneş altında durmak mümkün değildi ve ağaç altına gidecek kadar da gücüm kalmamıştı. Filmlerde seyrettiğimiz, çölde susuz kalan insanların durumuna yakın koşullar oluşmaya başlamıştı.

Yer köprü şelalesi son derece güzeldi. Doğa en kuytu köşesine saklamıştı bu güzelliği. Ama bizler saklambaç oyunundaki gibi, sobe yaptık onu. Her zaman ki gibi doğanın saklanabileceği hiçbir yeri kalmamıştı. Her yerde bulup çıkarıyorduk onu. Sonra da, herkes görsün diye, yollar yapıyorduk onun için.

İnsanın dışında doğaya bu kadar zarar veren başka bir canlı var mıdır acaba? Doğayı çok sevdiğimizi söylüyoruz ama doğaya en çok zarar verenlerde yine biz oluyoruz. Çöpü, poşeti biz atıyoruz oralara. Biz kirletiyoruz doğayı. Doğal olmayanı, biz koyuyoruz doğaya.

Yerköprü Şelalesi'de nasibini almıştı bu sözde doğaseverlerden. Her yere kutular ve poşetler atılmıştı. Suyun içinde, balıklardan çok markalı kutular dolaşıyordu ve poşetler yaprak gibi sallanıyordu ağaç dallarında.

Bence bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Böyle, doğayı sevmek olmaz. Bu şekilde doğayı seviyorsan, hiç sevme. Otur evinde, hiç değilse doğa temiz kalsın. Doğayı bu şekilde kirleten insanların doğayı sevdikleri de yok. Onlar sadece kendilerini seviyorlar. Yaşamda olduklarını hissedebilmek için doğaya gidiyorlar ama farkında olmadan onun yaşamını da yok ediyorlar. Nefes alacak hali kalmıyor doğanın.

Doğanın kirlenmesine ve bu şekilde tahrip edilmesine karşı çıkan iyi bir doğasever olmadığımız sürece, doğada olmayı seviyor olmamız çok anlamlı gelmiyor.

Lütfen söyleyin, doğanın hakimi olmadığımızı, bir parçası olduğumuzu ne zaman anlayacağız?

Doğal Kalın.

8 Haziran 2009 Pazartesi

GEZİLERİMİZE VİZE KOYDUK


Son zamanlarda çeşitli nedenlerle gezilere sık gittiğimizden, evde isyan bayrakları yükseliyordu. Özellikle kızım bu isyanın liderliğini yapıyor, çeşitli savunma ve saldırı taktikleri deniyordu. Bunlardan bir tanesi de, ailece pikniğe gidelim mi tarzındaki ısrarlarıydı. Arkadaşımda da benzer sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Bunun üzerine ailelerce pikniğe gitme planı yaptık.

Daha önce gittiğimizde çok beğendiğimiz Gödet Baraj gölüne gitmek istedik. İhtiyaçlar paylaşıldı. Anlaştığımız saatte üç aile, Kürşat’ın jeepine bindik. Sürekli olarak birinci ligde top koşturan Kürşat kendisine yakışır muhteşem bir jeep almıştı. Kalabalıktık ve bu kadar insanı nasıl taşıyacak diye düşünüyorduk. “Hepimizi alır bu jeep” diyen Kürşat, haklı çıkmıştı.

Gezinin başlangıcı bile çok eğlenceliydi. 4 yaşındaki Zeki Tuna’ın her şeyin en iyisine ve en büyüğüne kendisinin ve babasının sahip olduğunu belirten konuşmaları bizi çok eğlendiriyordu. Sürekli olarak “Bizimki büyük, benimki daha hızlı”diyordu. Söylemeden de edemeyeceğim, bu sözler biraz da yaralıyordu bizi. Çocuk olsa bile yine de içimizi burkuyordu kerata.

Saat hesabımız biraz yanlış olmuştu. Ağacı olmayan göl kenarına gidecektik. Dağın gölgesinin gelmesiyle ilgili tahminlerimiz yanlış olunca 2 saat kadar bronzlaştırıcı güneşin altında kaldık. Geziden kapkara olarak dönecektik. Balık tutma hayalimizde suya düştü. Daha önce deneyimimiz yoktu, birde bunun üzerine poyraz eklenince hiç balık tutamadık. Bir insana sabırlı olmayı öğretmek istiyorsan eline olta vereceksin. Balık tutmanın, müthiş bir terapi etkisi var.

Gezinin başlangıcı zor şartlarda başlamıştı. Yakıcı güneş altında, gölgesi olmayan bir yerde acemice balık tutma telaşı... Bunun yanında birde misafirlerimizi memnun etmek telaşı vardı. Birbirimize dile getiremediğimiz sıkılma hali içerisindeydik.

İlerleyen saatlerde nihayet dağın gölgesi geldi ve hava serinlemeye başladı. Yaktığımız ateş ve üzerinde kaynayan çaydanlık herkesin keyiflenmesine neden oldu. Müziğin etkisi de bir başkaydı. Romantik parçalar eşliğinde duygular dünyasına yolculuklar yapıldı. Özellikle Hatice Hanım bu yolculuklar için abonman bilet almıştı, sık gidip geliyordu. Sonra sıkıntılar daha az dile gelmeye başladı. Hissettiklerini daha önce birbirine ifade edemeyenler, duygularını dışarı vurmaya başladılar. Maskeler kalkmaya, yüzün gerçek ve güzel olan silueti ortaya çıkmaya başladı. Yabancılaşanlar, kendileriyle ve başkalarıyla tanışma fırsatını yakaladılar.

Gölün karşı kıyısındaki tepenin üzerinden yavaş adımlarla dolunay çıktı. Dolunayın üzerimizdeki etkisi de bir başkaydı. Ayın ve göldeki yakamozun ışığı romantizmimizi tavana vurmuştu. Romantik olmayan Kürşat’ı bile etkileyecek güçteydi. Bu güzellik belgelenmeliydi. Belgelemeyi, bu sefer fotoğraf sanatıyla uğraşanlar değil, Perihan yapmak istedi. Eline aldığı fotoğraf makinesinin ayarlarını yaptıktan sonra, ay ve yakamoza doğru kadraj yaptı. Hem o hem de biz nefesimizi tutuyorduk ki, deklanşöre bastı. Flaş patladı. Koskoca Ay'ı flaşla aydınlatmıştı. Gülüştük tabi. Bu fotoğrafın nasıl olması beklenirdi ki. Hemen silmiş zavallı.

Doğa bir dersini daha vermişti bizlere. Doğaya çıkmak, doğal halini bulmasını sağlıyordu insanın.

Doğal Kalın.

6 Haziran 2009 Cumartesi

BÖYLE İYİMİ


Çok yakın zamanda fotoğraf sergisi açacağım. Elimdeki fotoların sergi açmak için yeterli olup olmadığıyla ilgili tereddütlerim vardı. Birkaç tane yeni foto çekmeliydim. Nereye gitmeliyim, ne çekmeliyim tam bilemiyordum?

Bir akşamüzeri iş çıkışı kızımı gezdirecektim. Birkaç yere gittik ama kızım kendi kreşinin bahçesindeki oyun parkına gitmek istedi. Bisikletini de alarak parka gittik. Parkta onun dışında 3-5 çocuk ve çocuklarıyla parka gelen seyirci durumundaki birkaç aile vardı. Diğer çocukların coşkusuna kızımın coşkusu da eklendi. Çocuklarını seyreden ailelerin yüzlerinde ise gülücükler eksik olmuyordu.

Rahat duramadım. Arabamda fotoğraf makinem vardı ve çocukların verdiği fotoğrafik görüntüleri çekme dürtüsü kapladı beni. Fotoğraf makinemi parka getirdiğimde her zamanki gibi yine çocukların yoğun ilgisi oluştu birden. Öncesinde bu kadar çocuk yokken, nereden geldi bu kadar çocuk anlayamadım.

Çocuklar, karakter özelliklerine göre benimle farklı iletişim biçimleri kuruyorlardı.

Çekingen özellikleri olanlar fazla yaklaşmıyorlar, bir ağaca tutunup temkinli ve gözlerini kaçıran bir ifade takınıyorlardı. Yaklaşmayı istediklerini hissediyordum ama içlerindeki bazı güçler buna engel oluyordu. İlerleyen zamanlarda cesaretlerini toplayınca fotoğraflarını çekme teşebbüsüme, daha olumlu karşılık vermeye başladılar. Ürkek ve kaçamak tavırları aslında çok güzel kareler oluşturuyordu.

Şüpheci olanları vardı. Abi sen ne yapacaksın bu fotoğrafları? Nereye vereceksin? Sergiyi nerede açacaksın? Ne iş yapıyorsun? Doktor belgen var mı? ...vs Bunları ikna etmek bayağı zor oldu. İç dünyaları yüz ifadelerine de yansıdığı için, çokta güzel kareler vermiyorlardı zaten.

Kolay iletişim kuranların sayısı fazlaydı. Niçin orada bulunduğumu ya da bu fotoları ne yapacağımı sorgulamadan kendi fotolarını çekmem için sürekli çaba içerisindeydiler. Bunlar benim işimi kolaylaştırıyordu. Çağırdıkları yere gidip, kadrajı alıp fotoyu çekmek yetiyordu. Verdikleri pozlardan dolayı vücutları öyle şekiller alıyordu ki bir görseniz. Elimde çok pozum yoktu ve bunu öğrendiklerinde, daha fazla fotoğraf karesinde yer alabilmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.

Yukarıdaki fotoğraf da görülen çocukta bu son grupta yer alanlardan birisiydi. Hemen her karede olmak için yapmadığı şey kalmamıştı. Oyun parkındaki tüm oyuncakları kullanarak çok değişik pozlar veriyor, sonra da bana sesleniyordu.

Abiiii bak. Böyle iyimiii ?

Doğal Kalın.

5 Haziran 2009 Cuma

BENİMLE GÜL

Seninle gülmeyi ne çok isterdim.Yada gülmeyi yeniden hatırlamayı. Gülmek! şöyle doluca, içten, korkusuzca ve doya doya. Öyle ihtiyacım var ki.

Ne olur güldür beni. Güldür ki aksın içimdeki sızı ve hüzün. Aksın sevgisizlik, sevilmeyişlik.

Ne olur güldür beni.
İçten sıcaklık hissettiren o saf duygu, sarsın bütün bedenimi.

Yazan: Adsız

4 Haziran 2009 Perşembe

İLK GÜN


Bir gün daha bitti. Ufukta yeni batan güneşin büyüleyici kızıllığı duruyor hala. Ve ay güneşin görevini devralmak için bekliyor, yıldızlarda ay’a eşlik etmek için bekliyor.


Bir gün daha bitti ve belki hayattaki son günlerimiz kaybolup gidiyor sezdirmeden bizlere.Yapamadıklarımız için, içimizdeki keşkeler için ek süre tanınmayacak hiçbirimize. İyisi mi daha geç olmadan bir yerlerinden tutmalı hayatın, güneşin güzelliğini fark etmeli, yıldızlara sevdalar yükleyip sahiplerine ulaştırmalı. Affetmeli herkesi, dostluğun değerini bilmeli…


Bir gün daha koymadan yüreğimizin ömründen “keşkeleri iyikilere çevirmeli.” Son gündür beklide diyip bir günüde dolu dolu eskitmeli…Asla farkına varamıyoruz ama yarın geriye kalan ömrümüzün ilk günü…!


Yazan: Karamel

SİGARAMIN DUMANINA SARSAM


Titrek ve yaşlı beden birden tabakaya uzanır. Sonra, gürültülü bir öksürükle irkilir etrafındaki kalabalık. Konuşmaya başlamadan gelen ses tonunu temizleme ayarıdır bu. Çok önemli bir görevi icra eder gibi sigara usulca iki dudak aralığına götürülür. Derin bir nefes çekilir.

Bütün dert ve sıkıntı uçup giden dumanda kaybolur adeta. Gözler dumanla karışık yüzü seçmeye çalışır. Sonra kulaklar yaşlı, boğuk ve usuldan gelen sese dikkat kesilir. Yaşlı adam “bu veled şey yine öksürttü beni. İçmeyim diyorum 50 senedir bırakamıyorum.” der. Kaçıncı kez içmeme sözleri vermiştir kendine, kaçıncı kez sevgilisine küser gibi küsmüştür onu hiç bırakmayan dostuna, ancak yalnız kalmak korkusundan hep yolun sonu o adrese çıkmıştır.

Sonra devam eder kendini teselli eden o sözlerine. “Aman içende ölüyor içmeyende.” Kapı birden hızlıca çarpar. Yaşlı adamın bedeni bir anda ağırlaşır. İki dudağın arasından önce özenle tüttürdüğü sigarası düşer sonra şu sözcükleri: “Yaşam bana acı ve kederden başka bir şey sunmadı. Gülücüklerim hep yüzümde saklı kaldı. Beni terk etmeyen bir tek o vardı. Şimdi son tenime dokunanda yerde kaldı.”

Birden ortalık sessizleşir. Boğuk sesin yankısı kaybolur. Pencere şiddetli rüzgarla açılır, tül bir gelinlik gibi odada salınır. Ve yaşlı beden birden sevgilisinin yanına uzanır.

Gözyaşları sel olur. Sevgilisiyle çıktığı yolda yalnızca sevgilisinin ona verdiği hediyelerle sonsuzluğa uğurlanır. Kanserli bir ciğer, titrek eller, son nefesler.

Yazan: Yağmur

1 Haziran 2009 Pazartesi

HİSSETTİĞİNİ SÖYLE


Bu fotoğraf karesi, beni çok küçüklüğüme götürdü. Fotodaki kız gibi, bizim o kadar bol suyumuz yoktu sadece kanal suyumuz vardı. Ama orası bizim için uçsuz bucaksız deniz gibi gelirdi. 6-7 tane çocuk o kanal suyunda yüzerdik, koşardık, birbirimize sular atardık. Kanal kenarında o yaşlarda bilemediğim ama şimdi tahmin edebildiğim 40-50 yaşlarında çınar ağacı vardı. Onun kanal üstüne gelen dalına salıncak kurardık ve ayaklarımızı suya dokundurarak sallanmak inanılmaz heyecan verirdi. Adeta çınar ağacıda bizim kahkahalarımızı duydukça gençleşiyordu. Bunca sulu oyunun üstüne ıslanırdık doğal olarak ve evde bide azar işitirdik, annemizin psikolojik durumuna göre bazen de dayak yerdik. Ama her şeye rağmen çok mutlu olurduk. Çünkü bizi mutlu etmek için birilerinin alıp geldiği oyuncaklarımız yoktu ve oyuncağımızı kendimiz bulmak zorunda idik.

Belki şimdi de çocukluğumuzdaki taktiklerimizi kullanmalıyız. Mutlu olmak için başka yerlerde ve başka kişilerde aramak yerine kendimizde ve sahip olduklarımızın farkına vararak onları mutluluk aracı olarak kullanmaktan geçmektedir.

Yazan: Karamel