HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


30 Aralık 2008 Salı

YALNIZIM


Ömrüm bir yıl daha akıp geçti. Şimdilik ne saçlarıma aklar düştü, ne dizlerim tutmaz oldu ama onlar da bir gün olacak. Korkmuyorum yaşlanmaktan ya da yalnız kalmaktan? Biliyorum bir gün bu yalnızlığı bende yaşayacağım tıpkı yaşlı teyzeler gibi…
Bende artık muhasebesini yapıyorum geçen senelerimin, artık mailime ya da telime düşen Mutlu Yıllar dilekleri beni de düşündürüyor, artık her şeye kahkaha atıp geçemiyorum ve bende teknolojide boğulup gidiyorum… Bir gün sevgisizlikte yok olmaktan bende korkuyorum…
Neyi bekliyorum, kime sığınıyorum. Her iyi mutlu yıllar mesajı beni mutlu etmeye yeter miydi? Yetmez…
Ömrüm sorgulamakla geçiyor, hayat hesaplarını tutmakla ve her sene sonu gibi bilanço kayıtlarını almakla…
Gözlerimi 31 Aralıkta kapayıp 1 Ocakta açsam biter mi savaşlar, tacizler, tecavüzler, hırsızlıklar, bencillikler, senin yüzündecilikler…
Bitmez bitmeyecek, hiçbir şey bir gece kucaklaşıp, bir gece sırt sıvazlamayla, gülüp eğlenip mutlu dileklerle düzelmez… hiçbir şey e-postalarla, mesajlarla hayat bulmaz, bulamaz, bulduramaz…
Gittikçe uzaklaşıyorum yalınlıktan, sarıyor etrafımı yalancılıklar, gün gelecek çocuklarımda sağlıksız, doğal olmayan bireyler olacak, korkuyorum…
Yitip gidiyorum uçsuz derinliklerde, çıkmaz sokaklarda ve taşlı yollarda…
Bazen yoruluyorum durmak istiyorum ama duramıyorum… merdivenleri çıkmak artık o kadar kolay değil. Soluk soluğa kaldıysam da, kaldıysak da devam etmeliyiz…
Bu yılım öyle bir yıl olsun ki! Mesela;
- Gazete sayfalarının üçüncü sayfaları olmasın.
- Memleketim insanı ağlamasın
- Annem kederlenmesin
- Artık kredi kartları kaldırılsın
- Ben olmasın, sen olmasın-biz olsun
- Depresif ilaçlarla boğulmayalım
- Gül olsun diken olmasın vs.

Olsun, yapılsın, halledilsin, biz olsun siz olsun… İstekler, isteklerim, istekleriniz dağ gibi. İnsanız ve hep istiyoruz. Ben buyum, sen o sun ve yinede yaşam sürüp gidiyor. Ne vaatler biter, ne yıllar… Ne anne çocuğuna kızmaktan vazgeçer, ne çocuk özgürlüğünden. Ne kaygımız biter ne yalnızlığımız. Ne güller sırf diken olur ne dikenler gül. Gül dikeni dikeniyle dikende gülünü gülüyle kabul etmek zorunda. Buna mecburuz, seçim yok… Tıpkı misafirlikte ki gibi önüme ne yemek konursa yemeliyim… yemeliyim ki misafirciliğe ters düşmesin. İşte hayatta böyle yaşamalıyım ki Yaratıcıma isyan etmeyeyim…


Yazan ve gönderen: Zeynep Ünal

29 Aralık 2008 Pazartesi

Bu fotoğrafa her baktığımda anne olmak istiyorum. Sevginin yüceliği ve sımsıcak duygusu o kadar çok hissediliyorki ...yazılarınız mükemmel elinize yüreğinize sağlık
Yazan: isimsiz


BEN,BELKİ YAŞAMIM BOYUNCA BÖYLE BİR FOTOĞRAF KARESİNDE OLMAYACAĞIM.KARŞIMDA DURUP YANAĞIMI MİNİCİK ELLERİYLE OKŞAYAN BİR ÇOCUĞUM OLMAYACAK.
ANNE OLAMAYACAĞIM YANİ....
AMA BU VE BUNA BENZER FOTOĞRAF KARELERİNDE KENDİMİ HAYAL EDECEĞİM BELKİ.
BANA ACIMI VE KISADA OLSA TEBESÜMLÜ BİR HAYAL KURMA FIRSATI TANIDIĞINIZ İÇİN FOTOĞRAFTAKİ ANNEYE,YAVRUSUNA VE GÖRÜNTÜYÜ BANA TAŞIYANA SONSUZ TEŞEKKÜRLER.....

Yazan: ...............................................................

SIMSICAK










İNSAN BAŞTA KENDİNİ, DİĞER CANLILARI VE TÜM DÜNYAYI İÇTENLİKLE SEVMELİ. HER İNSANIN HER CANLININ YAŞAMAYA, YAŞANMAYA DEĞER BİR YAŞAMAHAKKINA SAYGI DUYMALIDIR. ÇOK ANLAMLI BİR SİTE KURMUŞSUNUZ EMEĞİNİZE SAĞLIK KUDRET

26 Aralık 2008 Cuma

RENKLERİN UYUMU

Doğadaki uyum neden insanlar söz konusu olduğunda uyumsuzluk haline geliyor. İnsanın doğaya uyum sağlama isteği olsa bile bir süre sonra doğayla çatışma yaşamaya, doğaya zararlı sayılabilecek şeyleri yapmaya başlıyor. Yaptığı sırada da çok fazla bunun farkında olmayabiliyor. Sorun niyette değildir diye düşünüyorum. Çünkü hiç bir insanın doğaya bilinçli olarak zarar vereceğini zannetmiyorum. Bence bu konuda herkes iyi niyetli. Peki sorun nerede o zaman.?


İnsan ilişkilerinde de benzer sorunlar var. Herkes kendisiyle ve çevresiyle ilgili iyi şeyler düşünüyor, planlıyor. Bunları yaparken kötü şeyler yapmak için yapmıyor, niyetinin iyi olduğunu düşünüyorum. İyi şeyler yapmak, her şey tıpkı niyet ettiği gibi olsun diye yapıyor. Peki sorun nerede o zaman.?

Doğadaki zıtlıkların, her türlü rengin bile birbiriyle uyumluluk göstermesi varken; neden bunu bizim yapamadığımızı söylermisiniz.?

25 Aralık 2008 Perşembe

SEVGİ VE NESNE İLİŞKİSİ


Verebilmeden alabilmek kime nasip olmuştur ki?. Sen hayata sevgini, değerini, merhametini vermeden hayatın kendisinden bir şeyler alabilirmisin? Hayattan alacağın şeyler olacaktır tabii, ama onlar senin verme konusunda esirgediğin şeyler olmayacaktır. Sevgisini vermeyen sevgi görebilir mi? Ya da gördüğünü, sevgi olarak adlandırabilir mi?. Çünkü sevgi hissedilebilen bir şeydir. His olarak verilemeyen şey alındığı zaman da his olarak yaşanmaz. Çünkü kayıtlı bir şey değildir. Bellekte kaydı olmayan bir şeyin varlığı olmaz.


Hemen hepimiz vermeden almayı istediğimiz şeylerin başında da bu sevgi kavramı gelmekte. Öncelikle biz kendimiz sevilelim, sevildiğimiz hissedelim isteriz. Karşımızdaki ya da yanımızdaki insanlardan çok bir şey istemediğimizi, sadece sevgisini istediğimizi söyler dururuz. Oysaki sevgi istemek çok bir şey istemektir. Ondan daha değerli, ondan daha fazla bir şey yok ki. Sevginin kendisi çok şeydir. Sevilmişsen, sen her şeyi elde etmişsindir zaten. Sevilmek sana çok şeyin gelmesini de getirecektir.

Buradaki esas mesele sevilmediğini ya da sadece sevgiyi hissetmek isteyenin ne kadar sevgi sunduğudur. Sevgisini sunduğunu, ama karşıdaki insanın bunu yeterince anlamadığını, bu yüzden artık kendisinin de ona karşı sevgisinin kalmadığını söyler dururuz. Hep sevgi vermek ve almak ilişkisi. Yani mal alımı ve karşılığının verilmesi. Ticari bir iş sanki. Bak ben sana sevgi veriyorum, dün ve evvelki gün seni sevmiştim. Haydi şimdi sıra sende, beni sev. Böyle bir şey olur mu?. Bu tarz bir ilişki, sevgi ilişkisi olabilir mi?.

Bu bizim sevgi gibi bir kavramın içini boşalttığımız, onu ticari bir meta haline getirmemizin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sevgi bir nesne alımı sırasında hissedilen, ya da nesne verilmesi sırasında gösterilen bir şey haline geliyor. Nesnesiz sevgi olmazmış gibi. Ben senin sevgini hissetmiyorum. Çünkü sen bana şu günde bunu almadın gibi hale dönüşüyor. Tabiî ki sevdiğiniz bir insana birtakım nesneler verebiliriz. Bunun maddi değeri az yada çok olabilir. Bunun çok fazla önemi yok. Buradaki nesne verilmesinin anlamı; ben seni seviyorum, sen benim içimde kalbimde ve kafamdasın. Seni düşünüyorum. Senin gibi bir insanın benim hayatıma girmiş olması nedeniyle çok sevinçliyim. Benimle beraber olmanla ilgili oluşan özel zamanların, benim açıdan çok özel bir anlamı oldu. Bu anlamlı günde senin için çok önemli olabilecek, sana ve seninle ilgili ilişkimize değer katabilecek bir nesneyi özel olarak araştırdım ve sana şu nesneyi almak istedim. Bu maddi açıdan değeri olmayan ama benim sana olan sevgimi en iyi simgeleyen şeyi sana vermek istiyorum. Bunun dışında bir anlamı yok.

Unutmayalım, sevgi verilmeden alınabilecek bir şey değildir. Sevgi vermeden sana sevgi verebilecek ne bir canlı ne de sevgi dağıtan bir kurum vardır.
Yukardaki fotograf sevdiği halasına çiçek toplayan bir çocuğa ait.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Cengiz bey. Sitenizde ne var ne yok diye bakarken keçileri otlatan teyzenin resmini gördüm. İlk anda bana çok farklı gelmedi genelde dergilerde, kartlarda gördügümde ne hissetdiysem onu hissettim ama resmin altındaki yazıyı okuduktan sonra resmin anlam kazandıgını gördüm tebrik ederim. iyi çalışmalar.


Nuri bey

19 Aralık 2008 Cuma

MASUMİYET



Yurt dışı gezimiz sırasında bir alışveriş ve eğlence merkezinde gezinirken birden, çocuk oyun parkında buldum kendimi. Oradan biran önce çıkıp başka bir bölüme gitmek için etrafıma bakınırken, 10 15 metre kadar ileride bir çocuğun bana baktığını farkettim. Masum ve birazda meraklı yüz ifadesiyle bana bakan bu çocuğun yüzünü önce zihnime sonra fotografa kaydetmeliydim. 5-10 saniye kadar birbirimize bakışmamızın sonrasında yanımda bulunan fotograf makinasını ona doğru doğrulttuğumda önce yüz ifadesi hafif tedirgin bir hal aldı. Sonra bulunduğu oyun alanının içine doğru hafifçe kaymaya çalıştığı sırada çektim bu kareyi.
Fotograf çekerken çok az fotografda o sırada çektiğim karenin çok iyi olacağı hissini yaşarım. 2 poz çekebildikten sonra heyecanla makinanın arkasındaki ekrandan fotoya baktım. Birisi net değildi, tekrar çekmek istedim ama çocukla kurduğumuz beden dili iletişimimiz bozulmuştu. Onun fotografını tekrar çekemedim ama yine de elimde iyi bir kare olmuştu. Önce yanında bulunan annesine bu kareyi gösterdim. Çocuğunun fotografını görünce güzel bir gülümseme belirdi sonra çocuğuna baktı. Çocuğuna sevecen bir bakışla "ben senin fotografını gördüm ne kadar güzel poz vermişsin" diyen, çocuğunun başarısından gurur duyan anne ifadesi vardı.
Sonra çocukla birbirimize biraz daha bakınarak; hem kendi belleğime hemde fotograf makinasına güzel bir kare kaydetmiş olmanın sevinciyle oradan ayrıldım.




18 Aralık 2008 Perşembe



....ve sonra önünde pek çok yol açılacak sen hangisini sececegini bilmedigin zaman herhangi birine öylece girme otur ve bekle. Dünyaya geldigin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al hiç birşeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sesizce dur ve yüregini dinle ve bizimle bu fotografı ve bu yazıyı paylaştın ve yüreğinin gittigi yere götürdün beni. Teşekkürler.

Yeter Duran

OLGUNLAŞMAK MI? KABULLENMEK Mİ?

İnsan kabullendikçemi olgunlaşır, yoksa olgunlaştıkçamı kabullenir. Bu sorunun cevabını hep aradım ama hala bulamadım.. Sizinle paylaşmak istedim. Tam buldum dediğiniz anda bir bakıyorsunuz ki başka bir yerde, başka bir yönde siniz.

İnsan yaşamında kabullenici olduğunuzda veya olgun davrandığınızda kimi zaman pasif, kaderci veya itaatkar gruba giriyorsunuz. Bu çelişkiyi çözmek çok zor. Belkide bunu karşınızdaki insan kişiliğine bağlı olarak değişiyor. Sizi algılamasıyla ilgili galiba. Vericilik, kabullenmek bence hep aynı şeyler. Birinin kabullenmesi diğerinin zaferimidir. Verenmi alanmı. Keşke herkes aldığı kadar verebilse değilmi?
(bu yazı filiz hanımın yorumlar kısmına gönderdiği bir yazıydı. Güzel olduğunu düşündüğümden dolayı burada yayınlamak istedim)

17 Aralık 2008 Çarşamba

TEŞEKKÜR EDERİM

Blogun formatı gereği her yazıya verilebilecek yorumlar direk blogda yayınlanmıyor. Kişiler tarafından girilen yazılar sitede yayınlanmadan önce tarafımdan değerlendirildikten sonra uygun bulunursa blogda yayınlanır. İsmini vermeyen bir arkadaşımız bloğu inceledikten sonra blogun çok acemice ve kötü bir blog olduğunu yazmış. İlk okuduğum zaman üzülmedim değil, ama kısa bir süre sonra bu yapıcı olmayan yazıda benim açıdan yapıcı olabilecek tarafları varmıdır diye düşündüm. Sanırım haklı bu arkadaş. Daha iyi ve daha profesyonel bir blog olması için çaba göstereceğimden emin olmasını isterim. Yalnız bu blog, yaşam içerisinde yaşamın doğallığını ve yaşama doğal bakmayı amaçlıyor. Amacımızın biçimsel olarak çok iyi bir blog kurmak olmadığını bilmesini isterim.

Sevgili arkadaşım tekrar bu blogu ziyaret ederseniz eğer daha iyiyi yapabilmem için bana destek vermenizi rica ediyorum. Ama lütfen adınızı da yazarsanız sevinirim.

16 Aralık 2008 Salı

GÖREBİLMEK (adsız)

Orta öğrenimde bakmak ve görmek diye bir konu işlemiştik. O yazıda herkesin baktığını, ancak göremediğini anlatıyordu. Evet hepimiz bakıyoruz ama göremiyoruz. Gördüğümüz zaman ise algı ve duygularımız farklı oluyor. Bir pencereden çok sayıda insan baksa herkes farklı şeyler görür ve algılar. Aynı kitabı okuduğumuzda aynı filmi izlediğimizde farklı yorumlarımız olur. Zaman zaman bunlar üzerinde konuşur tartışırız. Öyle anlar olur ki; farklı bakış ve görüşlerimizi dile getirime biçimlerimiz de farklılaşır.
Karşımızdakinin anlayamadığını, konunun asıl öyle olmadığını, asıl anlatılmak istenenin kendi algıladığımız biçimde olduğunu ve hatta daha ileri giderek doğrunun kesinlikle o olduğuna karşımızdakini ikna etmeye çalışırız. Oysa birlikte çalışılan herhangi bir konunun değerlendirilmesinde; farklı bakış açıları, algılar, duygular dile getirilip tekrar kendimiz olarak yeniden harmanlayarak yeni bir bakış açısı oluşturabiliriz. Dayatmacı tutum ve davranışlarımızla karşımızdakine kendi bakışımızı vermeyi çalışırsak eğer; almayı, karşımızdakini olduğu gibi kabul edersek ise vermeyi unuturuz. Kısacası ben olamayız. Ben olabilmek için, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlayabilecek kadar esnek, kendi benliğimizi koruyabileceğimiz kadar net olabilmeli. O zaman büyür ve gelişiriz. Tıpkı, çiçek ve müzik armonisi oluşturacak kadar güçlü olabilmek. Farklı değerlerden, duygulardan, bilgilerden yeni güzellikler yaratmak, göremediğim çirkinlikleri ise üçüncü göz sayesinde yok edebilmek.

4 Aralık 2008 Perşembe

ONUN KENDİNE HAYRI YOK








Bu 70 yaşındaki nine, arkadaşımla beraber kuşların fotograflarını çekerken, keçi sürüsüne su içirmek amacıyla yanımıza geldi. Kocası hasta olduğu için kendisi çobanlık yapıyordu.

- "Ne yapıyorsunuz siz burada?" diye bize sordu.


- Fotograf çekiyoruz dedik.

-"Eeeee ne yapacaksınız bunların (Kuşların) fotograflarını?"


- Hiiiç... Boş vaktimizi değerlendiriyoruz. Hobi işte.

Sonra kendisiyle ilgili biraz konuşunca eşinin bedensel ve ruhsal bir takım rahatsızlıklarının olduğunu öğrendik.

-"Sizin işiniz yok mu? "

Arkadaşım beni göstererek

-"Bu arkadaş doktor. Senin kocana baksın. Bak doktor senin ayağına gelmiş" dedi.

Benim orada üstüm başım kirli bir şekilde oturmuş kuş fotograflarını çeken halime bakarak beni baştan aşağı süzen nine

- "Onun kendine hayrı yok ki baksana" dedi.

Bu sözü üzerine içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmeye çalıştım. Ciddi maliyetli fotoğraf malzemelerimizle dağda kuş fotografları çekelim diye; tozun, toprağın, taşların arasında vakit geçiriyor ve bunu sanatsal faaliyet yada hobi olarak adlandırıyorduk. Oysa ki, aynı mekanda bu ninenin bulunma gerekçesi çok farklıydı.


Biz güzel bir fotoğraf yakaladık diye sevinç çığlıklarıyla arkadaşımla birbirimize bakıp; çektiğimiz fotografları gösterirken; onun duyguları bizimkinden çok başkaydı. Yüzünde; yorgunluk, hüzün, biraz sıkıntı, biraz kızgınlık.... vardı

Onunla biz farklı duygular yaşıyorduk.
Bu duyguları niçin ve kime karşıydı bilmiyorum ama, o kendi halinden pek de memnun görünmüyordu. Ya kendi yaşamının zorluklarına karşı bu duyguları yaşıyor ya da bizim onun mücadelesinden çok farklı bir nedenle orada bulunmamızın anlamsızlığını ve anlaşılmazlığını yaşıyordu. Bu yüzden yüzündeki ifade bizimkinden farklıydı.

Yüzümüzdeki ifadeler gibi telaşlarımız da farklıydı. Bizimki nasıl daha iyi bir foto yakalarız diye vizöre bakmak iken; onun ise keçilerine bir şeyler olmaması için sürekli onlara bakmasıydı.

2 Aralık 2008 Salı

Mikro Yaşama Yolculuk
















Bu fotografları kuş fotografı çekmek için gittiğimiz bir gezide çektim. kuş fotografı çekmek isterken objektifimin yeterli olmamasından dolayı dinlenme haline geçmiştik ki bu böcekleri gördük. arkadaşımla beraber benim daha önce çok defa gördüğüm, ama hiçbir zaman dikkatlice bakmadığım bu böceklerin fotograflarını çekmeye karar verdiğimizde mikro yaşamın gizemini keşfeden bir kaşif duyguları oluştu.

Makro yaşam içinde yaşarken ve herşeyimizin daha fazla makrolaşması için çaba gösterirken mikro canlıları görebilmek, keşfedebilmek güzel. Özellikle kendi öznelimde, benim için güzel. Çünkü bir perde kalkmış, oradan başka bir dünyaya yolculuk yapıyormuşsunuz gibi bir duygu bu.

Yetişkin bir insanın tırnağından biraz daha büyük bir böceğin bize bakacağını, takip edeceğini, bizim davranışlarımıza göre kendi tepkilerini vereceğini bugüne kadar hiç düşünmemiştim. Makinanın vizöründen baktığımda karşımdaki canlıyla göz göze geldiğimi ve bunu bir böcekle yaptığımı görmek inanın çok güzeldi.

Kuş fotografı çekemedim ama mikro hayatın varlığını geç de olsa keşfeden bir kaşif edasıyla birazda hastalanmış olmamın zorunluluğuyla geziyi tamamlayamadan oradan ayrıldım.



29 Kasım 2008 Cumartesi



Bu blogu oluştururken gerekli desteğini benden esirgemeyen arkadaşım Kürşat Akın'a teşekkür ederim. Bakarken çok keyif aldığım kuş fotograflarından birisini de buraya koymak istedim. Eline sağlık üstadım Kürşat.