HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


25 Aralık 2009 Cuma

DENİZ VE KAYIK


Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir.
Sebepsiz yere bazen.
Önünü ardını hesaplamadan.
Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar.
Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan.
Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.
CAN DÜNDAR

Gönderen: Melis



20 Aralık 2009 Pazar

RUHUNUZU BESLEYİN


Bir zamanlar dört karısı olan zengin bir kral vardı.

En çok dördüncü karısını sever, ona en değerli giysiler, mücevherler verir, en nadide yiyeceklerle beslerdi.

Üçüncü karısını da çok sever, onu hep komşu krallıklara giderken yanında götürmekten gurur duyardı. Ancak, bir gün kendisini terk edip, başkasına kaçacağından korkardı.

İkinci karısını da severdi. O kendisine sırdaş, daima nazik, düşünceli ve sabırlı birisiydi. Ona güvenirdi ve zor zamanlarında hep yanında olduğunu bilirdi.

Kralın ilk karısı çok sadık bir eşti. Krallığını ve zenginliğini sürdürmesinde büyük katkıları olmuştu. Ama kral onu pek sevmezdi. İlk karısı onu derin bir aşkla sevmesine karşın, kral ona pek özen göstermezdi.

Bir gün kral hastalandı. Pek zamanı kalmadığını, ölümün yaklaştığını biliyordu. Muhteşem yaşamını düşündü. “Şimdi dört karım var, ama ölünce yapayalnız olacağım” diye söylendi.

Böylece, dördüncü karısına,

-“En çok seni sevdim, en büyük ihtimamı sana gösterdim, şimdi ölüyorum, beni yalnız bırakmayıp benimle gelir misin?” diye sordu.

-“Asla!” dedi dördüncü karısı ve başka bir tek söz etmeden çıkıp gitti.

Bu cevap bir hançer gibi yüreğine saplandı.

Üzgün kral üçüncü karısına,

-“Seni tüm yaşamımda sevdim, şimdi ölüyorum, benimle gelir misin” diye sordu.

-“Hayır !” dedi üçüncü karısı, “Yaşam çok güzel, sen ölünce tekrar evleneceğim.”

Kralın kalbi sıkıştı, buz gibi oldu.

İkinci karısına döndü,

-“Ne zaman yardım istesem, hep yanımdaydın. Şimdi ölüyorum, benimle gelir misin?”

-İkinci karısı, “ Üzgünüm, bu sefer sana yardım edemem, en fazla seninle mezarına kadar gelebilirim.” dedi.

Onun yanıtı da bir yıldırım düşmesi gibi geldi ve kral çöktü.

Tam o sırada bir ses,

-“ Ben seninleyim, nereye gidersen git, seninle geleceğim.”, diye seslendi.

Kral baktı, birinci karısıydı. Öylesine zayıf, naif, ihmal edilmiş bir haldeydi ki. Derinden hüzünlenen kral,

-“Elimde fırsat varken, sana daha çok ihtimam göstermeliydim, oysa ben seni çok ihmal ettim” dedi.

Gerçekte, yaşamımızda hepimizin dört karısı vardır.

Dördüncü karımız bedenimizdir. Yaşam boyu güzel görünsün diye ne denli zaman ve emek harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir.

Üçüncü karımız, mal-mülk, mevki ve zenginliğimizdir. Öldüğümüzde başkalarına gidecek, başkalarıyla evlenecektir.

İkinci karımız, ailemiz, dostlarımız, kardeşlerimizdir. Yaşam boyu ne kadar yanımızda olurlarsa olsunlar, bizimle gelebilecekleri en uzak nokta, mezarımıza kadardır.

Birinci karımız, RUHUMUZ dur. Çoğunlukla, zenginlik, güç, dünya zevklerini elde etme uğraşlarımız arasında ihmal edilmiştir. Ancak, nereye gidersek gidelim, bizi izleyecek tek şeyimizdir. Evrenin Ulu Mimarı’na doğru yükselirken, bizimle gelecek ve sonsuza dek devam edecek tek parçamızdır o.

Gönderen: Filiz

19 Aralık 2009 Cumartesi

BİR GÜN, BİR KİŞİ


Bir gün, bir kişi;

Kendi türleriyle uçmayı ret eden iki ayrı cins kuşa rastlar. Hayli merak eder. Bu iki farklı yaratığın, nasıl olup ta kendi aileleriyle, ait olduklarıyla yaşamak istemediklerini, bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini anlamaya çalışır. Biri karga, diğeri leylek. İkisi de o kadar farklıdır ki, ihtimal vermez birbirlerini sevdiklerini. Kardeşleriyle değil de, birbiriyle uçmayı yeğlediklerini. Öyle ya; karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunuanlayıncaya kadar. O zaman anlar ki;birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar. Bunlar diğerlerinin yanında tutunamayanlardır.

O zaman anlar ki, kimilerini birbirine yakın kılan, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır. Topal kuşlar birbirlerinin arızalarını bilir, sömürmek, örtmek yerine kabullenirler. Öyleyse en gerçek dostluklar, ortak varlıklarımız üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulandır. Aynı şekilde; zengin ve mesut olanların ortak paydaları, sabun gibi uçar gider.

Mevlana

Gönderen: Adsız

11 Aralık 2009 Cuma

GÖL OLMAYA ÇALIŞ


Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.

Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

-"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle

- "Acı" diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

-"Tadı nasıl?"

- "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.

-"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam,

- "Hayır" diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: -"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."


Gönderen: Urud

9 Aralık 2009 Çarşamba

BARDAĞI YERE BIRAKIN BUGÜN

Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu.

-"Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?"
-50gm!' .... '100gm!' .....'125gm'..diye öğrenciler yanıtladı.
-"Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, " dedi profösör, "ama, benim sorum şu ki :"Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"
-'Hiçbir şey' diye yanıtladı öğrenciler.
-"Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?" diye sordu profesör bu kez.
-"Kolunuz ağrımaya başlardı efendim" diye öğrencilerden biri yanıtladı
-"Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?"
-"Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!".

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.

-"Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?"diye sordu profesör.
-"Hayır." diye yanıtladı herkes.
-Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

-"Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?"diye tekrar profesör sordu.
-"Bardağı bırakın düşsün!" diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
-"Kesinlikle! " dedi, profesör.

"Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

"Bardağı yere bırakın bugün!"

Gönderen: Adsız

7 Aralık 2009 Pazartesi

BULAMAZSIN



Bir kere inkara düştünmü,

kendini aşmaya yol bulamazsın.

Vehimler, şüpheler bozar ruhunu,

seni kaldıracak el bulamazsın.


Elbet dünya döner, bizde döneriz.

Bir müddet parıldar, sonra söneriz.

Yükseklerden engine ineriz,

halinden anlayan dil bulamazsın.


Ömür, akar gider yokluk gölüne,

insanoğlu düşmüş serap çölüne,

hayat benzer bir gecelik geline,

kendin gibi akan sel bulamazsın.

Ektiğin tohumlar bir türlü bitmez,

müşkülü yenmeye ömür yetmez,

kuş olsan sana yinede kar etmez,

arasan, konacak dal bulamazsın.


Gönderen: Adsız

BİZDEN KALACAK OLANLAR


2 Aralık 2009 Çarşamba

KÜÇÜK DEV


Hepimiz bir zamanlar küçük devdik.
Küçük devken, yapamadıklarımızı bir an önce yapabilmek için büyük ve kocaman dev olmak istedik.
Büyük dev olduğumuzda ise, küçük devken yapamadıklarımıza üzüldük.
Yazan: Adsız