HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


24 Ağustos 2009 Pazartesi

LİDER OLMAK

Karadağ’a misafirimiz olan ve kuş fotoğrafı çeken Zafer Tekini götürecektik. Kuş fotoğraflarına çok fazla ilgim olmamasından dolayı, burada bulunan yılkı atlarının fotoğrafını çekerim diye düşündüm.

Daha önce de yılkı atlarının fotoğrafını çekme girişimim olmuştu. Önceki bu girişimimde; toplu olarak ağaç altında öğlen sıcağını geçirmek için toplandıkları bir sırada, yavaş yavaş onları ürkütmeden yanlarına gidip fotoğraflarını çekmek istedim. Yaklaştığımı fark ettikleri andan itibaren, bana en yakın grup uzaklaşmaya başladı. Bende sakin ve zararsız birisi olduğumu hissettirerek yaklaşmayı sürdürdüm. Yaklaştıkça grup hareketleniyor ve benden uzaklaşma eğilimleri giderek artıyordu. Bazıları kişniyor, diğerlerine komut veriyor gibiydiler. Yavaş ve küçük adımlarla yaklaştıkça, gruptan iki tanesi bana doğru öne çıkarak kafalarını salladılar. Ses tonları ve tehditkâr tavırları, durmam ve yaklaşmamam gerektiğini söyler gibiydi. Korktum ve sonrada durdum. Ama onlar bana doğru yaklaşmalarını sürdürüyorlardı. Kafamda nal izi olmasını istemediğimden, geldiğim tempomdan birkaç kat daha hızlı bir şekilde onların yanından ayrıldım. Ara sırada arkama bakıp gelip gelmediklerini de kontrol ediyordum.

Aynı atların fotoğrafını çekmek için gitme düşüncesi, korku duyduğum bu anımı aklıma getirdi. Arkadaşlarıma "tamam gidelim" derken, verdiğim cevap korkumdan dolayı biraz geç geldi.

Atların bulunduğu yere gittiğimizde 200-300 kadar atın, 10-15 lik gruplar halinde araziye dağıldığı görünüyordu. Eski hatıralarım, daha temkinli olmam konusunda bana hatırlatmalar yapıyordu. Kürşat’ın önerisini de alarak, yüksek bir kayaya çıktım.

Bölgedeki tek su kaynağı olan çeşmeye mecburen geleceklerdi. Bu çeşmeye geldiklerinde fotoğraflarını çekmeyi planladık. Plan tutmuştu. Bir süre sonra atlar gruplar halinde çeşmeye gelmeye başladı.

En öndeki at diğerlerinden biraz farklı davranışlar gösteriyordu. Bu atın grubun lideri olduğu belli oluyordu. Riski önce o alıyor, ortamın güvenli olduğuna kanaati olursa, diğerlerini oraya çağırıyordu. Bu sırada çevresini kontrol ediyor, gelebilecek risklere karşı kendi grubunu yönlendiriyordu. Dinç ve dinamik bir görüntüsü vardı. Lider olan bu atın fotoğrafını diğerlerine göre daha fazla çekmeliydim. Görünümünden dolayı bunu hak ediyordu. Makinemin objektifini ona tuttuğumda, sırtında çok sayıda yara izi olduğunu gördüm. Zafer ağabeyinin bu yaralara ait açıklamasını duyduğumda, içimde sızılar oluştu.

Belli ki lider olmak çok zordu. Bunun için hasmınla kavga etmen bile gerekiyordu.

Doğal Kalın.

KAPININ ÖNÜNDEKİ YAŞANANLAR


Kapının önündeyim adlı fotografınıza bakınca, kapının önünde kurulan komşuluk ilişkilerini aklıma getirdi. Aynı sokakta ya da çevrede oturan insanlar kapılarının önüne çıkar, herkesin elinde bir elişi, kiminde tığ işi, kiminde mil ve kanaviçe ve mekik olur. Biryandan elişi yapılır, bir yandan sohbet edilir. Bu sohbetler esnasında, herkes herkesin adını soyadını, ne iş yaptığını, sıkıntılarını, dertlerini ve yedi sülalesini bilirdi.

Şimdi dibimizdeki komşunun kim olduğunu, ne iş yaptığını, kaç çocuğu olduğunu bilmiyor, tanımıyoruz.

Eskiden ilişkiler yüz yüze yaşanırken, şimdi ilişkiler cep telefonları ve bilgisayara kaldı. İletişim cihazları çoğaldıkça ilişkilerimiz bozuldu.

Yazan: Adsız

19 Ağustos 2009 Çarşamba

AYDINLANMANIN İLK IŞIKLARI

Gözünüzü nerede kapadığınız önemlidir ama yattığınız yer huzurlu ise gözünüzü nerede açtığınızın hiçbir önemi yoktur. Doğanın kollarına bırakırsanız kendinizi ve ufacık bir uyku tulumunun içine bırakırsanız bedeninizi ne hissedersiniz bilmiyorum ama çok merak ediyorum açıkçası.
Soğuk rüzgarın doğanın karışımı ile teninize çarpması, hafifçe üşümeniz, içinizin doğanın sessiz sesleri ile burkulması nasıldır bilmiyorum ama çok merak ediyorum açıkçası.
Sıcacık bir çayla, yanan bir ateş başında, kahkalarla şarkı söylemek ve aslında aslına dönmek, yani doğayı iliklerine kadar hissetmek nasıldır bilmiyorum ama çok merak ediyorum açıkçası.
Doğal bakış sayfasını aylardır takip ediyorum. Müthiş fotoğraf karelerinin bana ilk bakışta ne hissettirdiğini sadece içime soruyorum ve beynimden gelen tanımlama dalgalarını gücüm yettiğince yazıya aktarmaya çalışıyorum.
Bütün bunları niye yazdım?
Hayata nasıl baktığınız, başlıkları nasıl attığınız önemlidir. Başlıklarda kokan cümleler daha yazıyı okumadan ya da fotoğrafa bakmadan sonuç bölümüne götürür bile bizi.
Bütün bu doğayla iç içe olan yaşamı kıskanıyorum. Teklifsiz, çekinmeden ayak basılan toprakları, yeşilliğin, koskoca ağaçların arasından ya da bir dağ arasından kızan güneşe bakanları kıskanıyorum. Ama şunu da istemekten kendimi alamıyorum.
Biz gidemiyoruz siz gidin.Biz sadece fotoğraflarda görüyoruz ve yazıyoruz. Lütfen canlı şahitlerde yazsın bu güzellikleri.Tek bir yaprağın kımıldamasını, bir atın şahlanışını, uçan bir kuşun kanadını… Her şeyi.
Takipçiyiz… Bekliyoruz ve daha fazlası…
Yazan: Yağmur

18 Ağustos 2009 Salı

VEDAT ABİYİ UĞURLARKEN


Burasını gözünü iyice açarak, heyecanlı bir şekilde anlattığını hatırlıyorum. Vedat abiyle ben onun heyecanlı anlatışından etkilenmiştik ve ona “olur organize edelim gidelim” dedik. Bundan bir süre sonra da bu yürüyüş organize edildi.

Yürünecek rota Mut’a bağlı Hacınuhlu köyündeki İrfan beyin çocukluğunun geçtiği, koyun kuzu yaydığı yerdi.

Daha önce yürüyüşe hiç katılmayan bazı arkadaşlarda vardı. İki tanesi de arkadaşım olan Hatice ve Perihan’dı. Özellikle Perihan’ı ikna etmek çok zor olmuştu. Kendisi günde 2 paket sigara içiyor ve sürekli olarak da solunum yolundan sıkıntısı oluyordu. Yürüyüşü bitiremeyeceğini, bu yüzden de bize ayak bağı olacağı şeklinde endişesi oluyordu. Gezilere olan ilgisi ve benim ısrarım sayesinde gelmeye karar verdi. Hatice ise ne zamandır geziye katılma isteği duyuyordu ama bazı aksilikler buna engel olmuştu.

Yarım saat kadar geç buluşabildik ve hazırlıklar da olunca, sıcağa kalacağız korkusu baş göstermişti. Arabadaki eğlence ve espriler, uykusunu çok iyi alamamış olanlar için doping etkisi yapmıştı. Yeni katılanlar içinde sıcak bir karşılama olmuştu. Özellikle Tayyar’ın ve Şeref’in esprileri herkese kahkaha attıracak cinstendi.

Kahvaltıyı İrfan beyin bahçesinde nefis böreklerle yaptık. Yarım saat kadar süren kahvaltıdan sonra yürüyüş rotasının başlangıcı olan Kozlar yaylasına minibüsle gittik. Güzel bir ormanlık alanda yürüyeceğimiz beklentisiyle yürüyüşe başladık. Önden İrfan Bey gidiyordu. Bu yörenin insanı olması ve sürekli olarak bedensel çabayı gerektiren işlerde çalışmasından olsa gerek, performansı müthişti. Bizim gibi şehir ortamında yaşayan kişilerin ona yetişmesi mümkün değildi. Onun grup önünden gidiyor olması yürüyüş temposunun hızlı olmasına neden oluyordu, bu yüzden bir süre sonra çoğumuz nefes nefese kaldık. Özellikle Perihan’ın durumu içler acısıydı. Nefes alışverişi uzaklardan rahatlıkla duyulabiliyordu.

Görünen dağı aştıktan sonra inişe geçeceğimizi, daha sonra da güzel bir ormanda yürüyeceğimizi söyleyen İrfan beyin bu sözleri, bize cenneti vaat ediyormuş gibi geldi. Dağı aşmamıza çok az kalmıştı. Tam tırmanmanın sonuna geliyoruz derken, arkadan dik bir dağ daha belirdi. Anlaşılan, cennete ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı. Son gayretlerle zirveye ulaştık. Zirvede sert bir rüzgâr vardı ve masaj etkisi yapıyordu. Vücudumuza değdikçe yorgunluğu alıyor, yerinde başarmanın güzel duygusunu bırakıyordu. Bu duyguyu en çok Perihan’ın hissettiğini biliyordum.

Zirvedeki dik kayalıklara çıktık. Oraya çıkmam, benim gibi korkak birisi için cesaretin simgesi oldu. Kuşlara, bulutlara en yakın yerde bulunmak, çok uzakları dahi kuş misali görebilmek, ruhumuzun ihtiyacı olan özgürlüğü tattırıyordu.

İnişi, bir orman yolundan yaptık. Çok güzel ve oldukça yaşlı ağaçlar vardı. Kürşat bitkileri iyi tanıyordu ve bize doğada biyoloji dersi verdi.

Acıkmıştık. Varış noktasında Burak’ın hazırladığı nefis yemeği yerken parmaklarımızı zor kurtardık.

Dönüş yolundayken Burak’ın tüm geziyle ilgili değerlendirmelerini içeren konuşmasında, Vedat abinin yakın zamanda İzmir’e taşınacağını hatırlatması, içimde buruk duygular oluşturdu. Onunla tanışmamızdan itibaren geçen tüm zamanlar film şeridi gibi geçti. Mütevazı ve destekleyici yapısı sayesinde doğayı seven ama piknikçilikten öteye gidemeyen ben gitti, doğa bağımlısı bir ben geldi. İçindeki doğa sevgisini, dolayısıyla hayatı sevmeyi, büyük küçük demeden bize miras olarak bıraktı.

Her şey için teşekkür ederiz sana, Vedat Abi.

Doğal Kalın




















10 Ağustos 2009 Pazartesi

GÜZELLİĞİ DUMANDA SAKLAMIŞLAR





Kapuzbaşı şelalesini çok uzun zamandır Mustafa beyden duyuyorduk. Eşi Berrin hanımında burası için övgü dolu sözleri de olunca mutlaka görülmesi gereken bir yer olarak kafamızın bir yerinde kalmıştı. Buranın birçok kere fotoğrafını görmüş ve anlatılanları okumuştum. Güzel bir yer olduğu belliydi ama gidip kendimiz görmeliydik.

Buluşma yerimiz Şekerpınarı’ydı. Kahvaltıyı burada yaptık. Sonra 200 km kadar daha yol gidecektik. Eşim gideceğimiz yerin Şeker pınarı olduğunu zannettiğinden yolun kısa sürmüş olması onu sevindirmişti ama acı gerçeği 3-5 dakika sonra öğrendiğinde, tam olarak ne yaşadığını tahmin edebiliyorum.

Daha önce buralara defalarca gitmiş olan Mustafa Bey ve eşi Berrin Hanım rehberliğinde gidiyorduk. Aladağlar Milli parkına girdiğimizde doğanın fiziki yapısı değişmeye başlamıştı. Yüksek ve dik eğimli dağların arasında akan çay vardı ve biz bu çayın yanı başındaki yol üzerinde yolculuk yapıyorduk. Bu bile ayrı keyifti. Daha fazla keyfini çıkarabilmek için sık sık mola vererek yol alıyorduk.

Aramızda çay koliklerin sayısı fazla olunca yörede en iyi çay yapan bir yerde mola vermek istedik. Burası Ozan’ın Yeri olarak geçen, çayın odun ateşinde yapıldığı bir yer. Sahibinin adı ozan değil, gerçekten bağlamasıyla çalıp söyleyen bir ozan. Şairlik ve bestecilik gibi yetenekleri de var. Söylediği türküler ve şairane konuşmaları içtiğimiz nefis çayın yanında güzel gidiyordu. Bir gün sonra dönüşte tekrar yanına uğrayacağımız sözünü verdikten sonra ayrıldık yanından.

Yol koşulları biraz zorlayıcıydı. Ve uzun sürmüştü. Bu yüzden biran önce ulaşalım diyenlerin sayısı giderek artmaya başlamıştı. Nihayet ulaşmıştık. İlk gittiğimiz yer bir köydü. Grup içerisinde hemen kalacak yer ayarlayalım telaşı baş göstermişti. Yeterli sayıda ve kalitede konaklama imkânı olmadığı için biraz acele etmeliydik. Pansiyon arayışındayken gözümüz köyün ve insanlarının tabii yapısına kaydı. Fotoğrafçı için kaçırılmaması gereken bir fırsattı bu. Fotoğraf çekme arzum kalacak yer bulma telaşımdan daha ağır basınca gruptan geride kaldım. Zaman kaybı yaşatıyordum gruba. Bu yüzden Mustafa beyi de kızdırmıştım. Neyse sonra yine gelirim avuntusuyla tekrar kalacak yer arama telaşına girdim. Yüksek debili çayın hemen yanı başında kalmamızı sağlayacak bir pansiyon bulduk. Çaya sıfır bir yer bulmuştuk ki düşüncesi bile ayrı bir keyif veriyordu insana.

Kalacak yer sorununu hallettikten sonra şelalelerin bulunduğu yere gidecektik. Dağın orta yerinden yüksek debili ve çıkış ivmesi yüksek olan 7 tane şelale vardı. Adeta su dağdan fışkırıyordu. Bu yüzden süt gibi beyaz bir su çıkıyordu. Şelalenin kendisini görmeseniz bile çok uzaktan sesini duymanız mümkündü.

En büyük olanı dünyanın 2 . büyük şelalesiydi.

Grupta fotoğrafçı olanların sayısı fazla olunca fotoğraf çekme ağırlıklı bir gezi olması ihtimali yüksekti. Makineleri hazırladık ve şelaleye doğru ilerlerken, şelale önünde birçok yerden dumanlar yükseldiğini gördük. O kadar yoğun bir duman vardı ki; değil fotoğrafını çekmek, net olarak görmek bile mümkün değildi. Ancak şelalenin iyice dibine girdiğinizde görüntü netleşiyordu. Ya da rüzgârın yönü değiştiğinde, duman sizin üzerinize değil de başka yöne gittiğinde fotoğraf çekmek mümkün oluyordu.

Nereden geliyordu bu duman biliyor musunuz? Piknikçi halkımızın mangallarından. Acaba dünyanın başka bir ülkesinde böyle bir şey var mıdır sorusu kafama takıldı. Düşünsenize dünyanın 2. büyük şelalesini görmeye gidiyorsunuz ama şelalenin dibinde çok sayıda insanın mangalını yakarak piknik yaptığını. Her tarafı duman ve et kokusunun sardığını, karın doyurma telaşının da bunlara eşlik ettiğini. Zaten yeterli seyirlik alanı olmayan yerde, birde geç kalmışsanız vay halinize. 5 dakika bile oturacak yer bulamazsınız. Çünkü sizden önce gelenler zaten az olan yeri akşama kadar kendilerine zimmetlemiş olurlar. Farklı anlaşılma korkusu nedeniyle de yanlarına gidemezsiniz.

Çok tatsız bir durum bu.

Doğal Kalın

******************************************************************
Benden önceki yorum yazan arkadaşım bilsin ki ...
Can yücel'in dediği gibi ...
Dostlar ırmak gibidir.
Kiminin suyu az, kiminin çok.
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca,
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
kendisine sevgilerimi gönderiyorum.
Kapuzbaşı gezimizle ilgili bazı söyleyeceklerim var....Yıllar önce de buraya gelmiştim o zaman yollar tozlu ve topraktı ama çöp yığınları içinde bir yer idi...insan kalabalığı şimdiki gibi değil di. Artık her şey değişmiş...kapuzbaşına Yahyalı üzerinden asfalt yol ile kolayca ulaşabiliyorsunuz,kayseri,niğde,nevşehir yahyalı ve çevre kasaba, köylerden ne kadar arabası olan aile varsa hepsi burada yüzlerce otomabil, kamyonet, pikap, traktör, minibüs ve küçük otobüsle gelen ziyaretçi mi desem piknik için gelenler mi desem sadece fotoğraf çekmek için yüzlerce km.katedenler mi desem ........hepsi burada inanılmaz bir durum... beraber geldiğimiz Karamanlı dostlarımız motelde, ben ve eşim o geceyi şelale kenarında düzenlenen çadır yerlerinde çadırımızı kurarak tadını çıkarmaya çalıştık. Bütün o gece kapuzbaşının dumanlı ve keşmekeş hali ile nasıl başa çıkılacağı konusunda hayaller kurarak uyudum.....
ÖNERİLERİM:
Bence giriş kapısından itibaren içeri araç alınmamalı,araç girse bile wc.nin daha ilerisine park yerleri yapılarak orada tutulmalı.kesinlikle insanlar karşıya geçirilmemeli,yol kenarına seyir terasları yapılarak insanlar burada tutulmalı,kesinlikle piknik yasaklanmalı,mangal yasaklanmalı,duman yasaklanmaı,insanlar karnını doyurmaya değil doğal güzellikleri seyre gelmeli.şelale özellikle geceleri ışıklandırılmalı.Aşağı köy içinden geçen ve güney şelelelerine giden yol düzenlenmeli, köy içinden geçerken çocuklar dilenciler gibi para istiyorlar,bu konu aileler bazında önlenmeli.Doğamızı seviyorum tabiatı seviyorum kapuzbaşını seviyorum.
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Mustafa Tor
********************************************************************
Dünya'nın en güzel ikinci harikasına nasıl ulaşırsınız?
Giderken sağ kolunuzun altı uçurum, dönerken sol kolunuzun altı uçurumdur. Bir an direksiyonu yanlış yöne çevirmeniz,Ufacık dalgınlıkla gaz yerine frene basması ayağınızın. Hayatınızın bu durumda gözlerinizin önünden bir şerit gibi geçmesi. Günahlarla, sevaplarınız arasındaki o köprüyü heyecan ve stresle ilişkilendirerek düşünmeniz. Ömrümden 2,5 saatte 40 yıl gitti biz kapuzbaşı şelalesine ulaştığımızda. Ne berbat bir yol. Daracık. KAbus gibi. O yolda araba mı beni sürdü ben mi arabayı sürdüm bilemiyorum. E tabi bide şoförün gerginliği.3+1=kendi canı Emanet taşıma havasına girmesi. Aman Yarabbi. Bildiğim bütün duaları ettim. Allah'a yalvardım. Şimdi değil Allah'ım daha sonra dedim. Of of...
Kapuzbaşı şelalesine ulaştığımızda sadece şunu hissettim. Oooooo, süper enişte. Hava kararıyor hadi geri dönelim dedim. Eniştem tarihi cevabını verdi. Benzin Bitti. Olamazzzzzzz.Sonra Kapuzbaşı şelalesinin son köyünden (güneş batmak üzere tam) şişe şişe benzinleri aldık.
Oradakilere sadece şunu söyledim. Siz buraya yerleşince hiç şehre gitmediniz mi? Oradaki kadınlar koccaman bir kahkaha attılar. " Kızım olur mu öle şey, biz hergün şehre gidip geliyoruz. Bu yolun düzeltilmiş hali, eskiden daha kötüydü. Bu ne ki."Şelalenin güzelliğine umutsuz ve stresli baktım. Gece olmak üzere, benzini doldurmak lazım. Daha aynı yoldan 2,5 saat dönüş var. Offfffff.Gece orada konaklayalım mı diye tartışıyoruz. Konaklayamayız, yarın iş başı yapacağız. Benzin dolduruldu arabaya. Gidiyoruz. Sıkı sıkı yapıştım arabaya. Sanki ben sıkı tutunca aşağı inmiycez. Nafile. Ablam önde nutku tutulmuş. Annem şoföre gaz veriyo. Süpersin, Aman ne iyi sürüyon, canım damadım...
EVet bir pazar bitti. Bir kapuzbaşı şelalesi sona erdi. Bir daha mı asla. Evet, bende şimdi yekililere sesleniyorum. O kadar korktuk ki, arabayı bir dağın yamacına çekip yardım çığlığı atacaktık. Lütfen Dünya'nın ikinci harikasına ulaşıp, o harikayı gözlemlemek bu kadar zor olmasın.
Yollar yapılsın, Ulaşım kolaylaştırılsın.
Yazan: Yağmur

HER ŞEY AKIYOR


Her şey akıyor.
Zaman bile su gibi hızla akıyor.
Seneler, seneleri,
aylar ayları,
günler günleri,
saatler saatleri,
dakikalar dakikaları,
saniyeler saniyeleri kovalıyor.
Biz farkına varmadan hayatımız önümüzden hızla akıp geçiyor.
Yazan: Adsız

7 Ağustos 2009 Cuma

SÜT ANNEM


Yeğenimin çok istemesine dayanamayan annem, koyunları olan komşumuzdan iki tane koyun aldı. Biri ak, diğeri karaydı. Kara olan koyun arkanı dönüp eğildiğin zaman tosluyordu.

Annemle ben baktığımız için koyunlar bize bizde koyunlara alışmıştık. Biz onların sütannesi olmuştuk.
Aralık ayında kurban bayramının gelmesiyle koyunlarımızdan ayrılmak zorunda kaldık.

Yazan: AAdsız

4 Ağustos 2009 Salı

BÜYÜMEDEN


Küçüğüm,
şimdi sen yırtık uçağını fırlatıyorsun
ihtiyar dut ağacın gölgesinde
gönlünde onunla beraber.
Gözyaşlarımı diziyorum,
geçmişin boğazına.
Seni izlerken küçüğüm,
ellerin toprak
ellerin çamur.
Koşarak geliyorsun bana,
gözyaşların sümüğüne karışmış.
Böylesine temiz olsa ellerin, böylesine akıverse kir.
Geleceğimizi düşünüyorum,
seni izlerken,
Küçüğüm bir yaprak düşüyor dut ağacından.
Ağlamaklı bir türkü söylüyor anneannem,
çok eskilerden.
Altındım pul oldum,
gelindim dul oldum.
Katmer katmer gül iken ocaklarda kül oldum.
Her kelimesi damla damla açıyor ıslak yanaklarımda,
al laleler gibi.
Biliyor musun sanki beni anlatıyor bu türkü,
anneni anlatıyor.
Küçüğüm seni izliyorum penceremden.
Birden bire büyüyorsun gözümde,
esmer bir delikanlı karşımdaki,
o üzüm gözlerindeki yargılatıcı tavır ve kahroluşu.

Yazan: Dilek Ülvan Yılmaz (kırk damla aşk şiir kitabından)

GECENİN SESSİZLİĞİNDE


Gecenin sessizliğini adımlarının sesi dağıttı.

Sana döndüm. Geldiğine inanamadım. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. Yaşam sen yokken farklı aktı buralarda diyemedim. Ya sen uzun ayrılığın sessizliğini zannettin ki sadece bir cümlen bozabilecek. Ve o kurduğun cümlen bana karşı bahanen olacak...

Geçmiş eskide kaldı. Hiçbir adımın hiçbir cümlen yaşamımı etkileyemez ve beni uykudan uyandıramaz.

Şimdi senden tek birşey istiyorum. Git...

Dalma artık yaşamımın ortasına, toparlamaya çalışma yüreğimde oluşan parçalanmışlığı. Kırıklarıma dokunma. Gözyaşlarımı silme ve beni düşünüyormuş gibi yapma.

Yapma ki rahat etsin şu parçalanmış kalbim. Arkasını dönüp çekip gidebilsin.

Haydi şimdi GİT yolun açık olsun...

Hangi geceden geldiysen oraya dön. Hangi ağaca yaslandıysan oraya yaslan ve orada nefes al. Benim dallarımı kuruttun, yıldızlarımı dağıttın. Kalmadı birşey sende benden yana.

GÜLE GÜLE...

Yazan: Yağmur

2 Ağustos 2009 Pazar

ÖZGEÇMİŞİ: 4 YILDIR FOTOĞRAFÇI


Büyüklerimiz “olacak oğlak küçükten belli olur” derler. Fotoğraftaki çocukta umarım yarının usta ve ünlü fotoğrafçısı olur.

Her fotoğrafın acı tatlı yanlarıyla bir hikayesi vardır. Bu hikayeleri paylaşıp paylaşmamak fotoğrafçının iradesine kalmıştır. Ben fotoğrafçı olsaydım gördüğüm muhteşem manzaraları, doğanın fotoğraflarını çekerek zamanı durdurmak ve eserimin ölümsüz olmasını isterdim.

Fotoğraf çektirmekten hoşlanmadım, çünkü fotoğrafçının elindeki fotoğraf makinesiyle düşüncelerimi okumasından korktum hep.

Yazan: Adsız