Nedir ağlamak... Üzüldüğümüzde, duygulandığımızda, öfkelendiğimizde hatta çok mutlu olduğumuzda bile gözlerimizden süzülüp gelen bu tuzlu su, neyin nesidir?
Neden dünyaya geldiğimizde ilk yaptığımız eylemdir ağlamak... Hadi bunun açıklamasını alınan ilk solukla oksijenin ciğerlerimizi yakmasına bağlayabiliriz de, peki sonraki ağlamalarımızın nedeni nedir?
Hepsinden de önemlisi ağlamak nedir? Ağlamak belki de Allah”ın bize en büyük armağanıdır.
Dökülen göz yaşlarınızla içinizden akıp giden öfkeleri, hüzünleri, acıları…
Bir düşünün yüreğinizde hissettiğiniz hafiflemeyi… İçinizde koca bir kaya parçası gibi oturan acınızı, yanağınızdan süzülen ılık yaşlardan başka ne kaldırabilir ki… Teselli sözcükleri mi, sırt sıvazlamaları mı? Hangisi yerini tutar sizin insan olduğunuzun en büyük işareti olan ağlamanın yerini…
Neden Allah insanlardan başka hiçbir canlıya bahşetmemiştir ağlamayı… Tıpkı düşünmeyi bahşetmediği gibi… Çünkü ağlamak düşünebilen, hissedebilenlerin başarabildiği bir eylemdir. Taşlaşmamış, halen sevgiye, hoşgörüye, yardıma, acımaya, şefkate açık yüreklerin işidir ağlamak, ağlayabilmek…
Öyledir de neden her ağlayanı susturmak isteriz. Yeter artık ağlama deriz. Her ağladığımızda bize sus artık diyen annelerimizden, büyüklerimizden kalma bir miras mı ağlayanı susturma çabası…
Ya da ağlamanın kötü bir şey olduğunu zanneden genel öğretinin esiri bilinçaltımız mı?
Ağlama! ağlamak zayıflıktır, ağlamak dosta düşmana güçsüzlüğünü, yenildiğini göstermektir diye içimizden yükselen yanlış eğitilmiş ses midir bizi ağlamaktan alıkoyan ve ağlayan insanı susturmaya yönelten…
Ağlamak insan olmanın, bir yürek taşıyor olmanın en güzel işaretidir. Koskocaman bir yalan ve öğreti, ağlamanın insanı arındıran dünyasında erkeklerin peşini hiç bırakmaz…
Bu erkekler ağlamaz yalanı ile ağlamamalı öğretisidir…
Neden? Neden ağlamasın erkekler… Onlar insan değil mi, onların yürekleri acıyla, hüzünle, hasretle, çaresizlikle kıvranmıyor mu? Neden erkeklerin daha minicik birer çocukken ellerinden alınır ağlamak hakları… Niye oyuncağı için ağlayan bir erkek çocuğa sus ne öyle kız gibi ağlıyorsun der anneler babalar… Taa o zamandan başlayan ağlama yasağı neden ömür boyu cezaya çevrilir de, ağlayan bir adam gördüğümüzde garipser, ayıplamayla karışık acıma dolu kaçamak bakışlar atar seyrederiz.
Evet kaçamak bakışlar atarız çünkü hiçbirimizin yüreği, beyni ağlayan bir adamın gözlerinin içine içine bakmaya dayanamaz. Bize öğretilenlere göre erkek adam ağlamaz, demek ki bu adam zayıf, çaresiz… Zayıflık çaresizlik de bir erkeğe yakışmayacağına göre, o zaman görmezden gelmeliyiz, kaçamak bakışlarla idare etmeliyiz durumu, tabii bu arada sus ne öyle kadın gibi ağlıyorsun demeyi ihmal etmeden.
Oysa erkekler ağlar, hatta ağlamalı. O da yüreğinden taşıp gelenleri gözyaşları olarak içinden atıp ruhunu yıkamalı, yüreğini yumuşak tutmalı.İşte biz yada bizim kuşaklar böyle defolu yetiştirildiler.
Duyarlı ve duygulu olsun ki sevdiği kadına, annesine babasına, çocuklarına, tüm insanlara şefkat gösterebilsin. Sevdiklerini korumak için gösterdiği cesareti, sevgisini göstermek için de sergileyebilsin. Onu insan yapan en önemli hakkını elinden aldığımız erkeklerden öyleyse neden şikayet ediyoruz sevgilerini göstermiyorlar diye… Ağlamayı bilmeyen bir adam sevgisini nasıl dile getirip ifade etsin.
Ağlamak ne erkek ne de kadınlar için asla ne zayıflık ne güçsüzlüktür. ağlayabilmek yiğitliktir.
Ağlamak yiğitliktir de biz ne zaman ulaşabiliyoruz bu yiğitlik mertebesine…Yaşlandıkça mı? Ya da yaşadıkça mı?
Herhalde en çok çocukluğumuzda, en kolay da yaşlanınca ağlıyoruz. Neden acaba? Yaşamışlıklarımızın getirdiği yorgunluklardan mı, çektiğimiz acıların yüreğimizi yumuşatmasından mı? Ya da ağlamanın artık ayıp olmadığının farkına varacak olgunluğa erişmekten mi?
Bir düşünün kendinizi, şöyle kırklı, ellili yaşlara geldiyseniz tabii ki... Eskiden mi daha kolay ağlardınız şimdi mi?
Şimdi değil mi? Hatta bazen en olmadık zamanda, bir bakıyorsunuz önce gözlerinizde bir yanma, dudaklarınızda bir titreme ve hakim olamadığınız göz yaşlarınız yanaklarınızda…
Hiç farkında bile olmadan bir de bakıyorsunuz ki ağlıyorsunuz... Biraz mahcup, biraz alaycı bakıp etrafınıza ben yaşlandıkça daha duygusal oldum artık diyorsunuz. İçinizdeki arınmışlık hissi ile insan olduğunuzu bir kere daha fark edip, şükrediyorsunuz.
Bir de aşk vardır bizi ağlatan, yaşa başa bakmadan… İster yirmili yaşlarda olun ister ellili, ister kadın olun ister erkek, fark etmez. Âşık olmanın ayrılmaz parçasıdır ağlamak…
Âşık olunca insan ağlar, hiç kaçışı yoktur bunun, mutlaka ağlar. Sevdiğine kavuşunca mutluluktan, ayrı kalınca hasretten, ayrılınca üzüntüden ağlar…
Âşık olmak ağlamayı göze almaktır. Aşk ile acı çekmeyi özdeşleştirdiğimiz içindir belki de… Belki dinlediğimiz bütün aşk hikayelerinin acı ile bitmesindendir. Sebebi ne olursa olsun biz ağlarız âşık olunca… Çünkü aşk yüreğimizi yumuşatmıştır, aşk bize bir insana karşı nasıl savunmasız olduğumuzu göstermiştir, aşk bizim hayata karşı aldığımız sert, dimdik duruşumuzun belini bükmüştür. Bize yanan bir yüreğimiz olduğunu hatırlatmıştır. O yanan yüreğin yangınını ancak göz yaşları biraz hafifletebilir. Öyleyse… Âşık olmak ağlamayı göze almak, insan olduğumuzu yeniden hatırlamaktır.
Sebebi ne olursa olsun ağlamak güzeldir. Ağlamak insan olmaktır, sıcacık bir yüreğe sahip olmaktır, var olmaktır. Ancak ağlamanın bile güzel olmadığı tek gerçek var hayatta... Ölüm... Tanrı hiçbirimizi ölüme ağlatmasın.
visionart