
“Kimler geldi kimler geçti.”
“Ah şu duvarların, taşların bir dili olsa da anlatsa.”
Böyle başlar bütün geçmişe bakan gözlerin, duyan kulakların can alıcı cümleleri. Hepsinde tarihe tanıklık vardır. Kendi tarihine. Kendi şehrine. Kendi şehrinin iyisine, kötüsüne, hırsızlıklarına ve kaybettiklerine. Ya da kazandıklarına. Ortak tek bir nokta vardır “geçmişe tanık olmalarıdır.”
Onlara dokunulacak ellerden korkarlar. Tazelemek onları küflü kokan duvarlarına, tahta ahşaplarına ve gıcırdayan merdivenlerine haksızlık olur. Günümüzün “restore etmek” kelimesine ısrarcı olarak karşı çıkarlar. “Restore edilmek!” Ürkütücü.
Uzak yamaçlarda ya da şehrin tam ortasında olurlar. Hiç orta kulvarları yoktur. Sınırda yaşamayı severler. Ara sokaklarda kalmaktan korkarlar. En can alıcı noktada gözümüze ilişiverirler. Onlara doya doya bakmak, ölümsüz karelerle yaşatmak onları insanoğlu içinde büyük keyiftir. Cansız varlıklar konuşamaz, nefes alamaz ve hareket edemez derler. Cansız varlık konuşamasa konuşturur, nefes alamasa aldırır ve hareket edemese ettirir diyorum. Aksini söyleyen ispatlasın.
Keyif alıyorum tarihe bakmaktan, tarihte hayal kurmaktan, yalın olarak düşünmekten. Saf duygularım uyanıyor eskimiş evlerde. Geçmiş yaşamlarda neler olmuştur acaba diye bir düşünce alıyor beni. Hangi köşede gözyaşı var acaba, hangi duvarda sinmiş yalnızlık var. Hangi müzik çalındı bu evin içinde. Hangi fakir bir kiracı ya da hangi zengin bir soylu yaşadı bu konakta. Hepsi soru işareti? Hepsi birer efsane… Hepsi birer merak.
Sahibiyle kendi arasında kalan sırları saklayan geçmişin tanıkları! Her bir tahtanıza çivi çakılabilir, renginiz değiştirilebilir, merdivenleriniz onarılabilir ama…
Değişimin değiştirilemeyeceği tek yer geçmişe yapılan tanıklıktır…
Yağmur
“Ah şu duvarların, taşların bir dili olsa da anlatsa.”
Böyle başlar bütün geçmişe bakan gözlerin, duyan kulakların can alıcı cümleleri. Hepsinde tarihe tanıklık vardır. Kendi tarihine. Kendi şehrine. Kendi şehrinin iyisine, kötüsüne, hırsızlıklarına ve kaybettiklerine. Ya da kazandıklarına. Ortak tek bir nokta vardır “geçmişe tanık olmalarıdır.”
Onlara dokunulacak ellerden korkarlar. Tazelemek onları küflü kokan duvarlarına, tahta ahşaplarına ve gıcırdayan merdivenlerine haksızlık olur. Günümüzün “restore etmek” kelimesine ısrarcı olarak karşı çıkarlar. “Restore edilmek!” Ürkütücü.
Uzak yamaçlarda ya da şehrin tam ortasında olurlar. Hiç orta kulvarları yoktur. Sınırda yaşamayı severler. Ara sokaklarda kalmaktan korkarlar. En can alıcı noktada gözümüze ilişiverirler. Onlara doya doya bakmak, ölümsüz karelerle yaşatmak onları insanoğlu içinde büyük keyiftir. Cansız varlıklar konuşamaz, nefes alamaz ve hareket edemez derler. Cansız varlık konuşamasa konuşturur, nefes alamasa aldırır ve hareket edemese ettirir diyorum. Aksini söyleyen ispatlasın.
Keyif alıyorum tarihe bakmaktan, tarihte hayal kurmaktan, yalın olarak düşünmekten. Saf duygularım uyanıyor eskimiş evlerde. Geçmiş yaşamlarda neler olmuştur acaba diye bir düşünce alıyor beni. Hangi köşede gözyaşı var acaba, hangi duvarda sinmiş yalnızlık var. Hangi müzik çalındı bu evin içinde. Hangi fakir bir kiracı ya da hangi zengin bir soylu yaşadı bu konakta. Hepsi soru işareti? Hepsi birer efsane… Hepsi birer merak.
Sahibiyle kendi arasında kalan sırları saklayan geçmişin tanıkları! Her bir tahtanıza çivi çakılabilir, renginiz değiştirilebilir, merdivenleriniz onarılabilir ama…
Değişimin değiştirilemeyeceği tek yer geçmişe yapılan tanıklıktır…
Yağmur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder