Yalnızlık…Bugünlerde benim düşüncelere gark olup, sessizlikler içinde boğulmama sebep olan kelime.Yalnızlık nedir? İnsan yalnızlığın manası kapsamında mı yalnızdır; yoksa kendini kalbinin en derinliklerinde yalnız hissetmesi mi onu yalnız yapar?
Yalnız bir insan düşünüyorum. Aklıma ilk gelen sırtında abası, elinde kavalıyla, ıssız bucaksız ovalarda gezen bir çoban oluyor. Tek arkadaşları, tek dert ortakları hayvanları olan bir çoban. Kavalından dökülen nağmelerle anlatıyor tüm sevinçlerini, üzüntülerini onlara. Onlarda çobanı anlayıp onun duygularına ortak olmak istiyorlar sanki. Dertli olduğunda sessizlik içinde otlarlarken, kavalından dökülen nağmeler sevinçlerini anlatıyor, sessiz ovalar onların meleme sesleriyle canlanıyor birden.
Birde tüm heybetiyle duran bir dağ var uzakta. İlk bakışta yalnız geliyor insana. Sonra dikkatimi kışın gelmesiyle zirvesini dolduran ziyaretçileri çekiyor. Renk katmışlar kara gövdesine. Sonra bedeninde barındırdığı bitkiler, hayvanlar, kayalar ve toprak geliyor aklıma. Ya eteğindeki köyler… Onlara öyle bir kucak açmış ki hepsi onun bir uzvunu temsil ediyorlar. Tek birini ayırsa, bedeni yarım kalıp tüm heybeti yerle bir olacak sanki. Ve tüm bu uzuvlar hayatından o kadar memnun olmalı ki terk etmiyorlar dağı.
Sonra aklıma birden bir çocuk geldi. Buğulu camlar ardında öylece oturuyor. Bir şeylerin özlemini o kadar derinden yaşıyor ki… Yüzünü iki avucunun ortasına koyup buğulu camlara dalıp gitmesinden belli oluyor. Dile getirmek istediği bazı şeyler var, fakat dile getirebileceği insanlar yok ki. Sonra birden bir şey keşfediyor. Buğulu camlara yazıyor can bulsunlar diye dile getiremediklerini. Anne, baba, anne, baba… Buğularla birlikte silinsinler ki o tekrar fırsat bulsun dile getirmeye. Sonra bu minik kalplerden binlerce olduğu geldi aklıma. Belki de hepsinin dile getirmek istediği bu iki kelime, bu şekilde can buluyordur kim bilir.
Ya koca bir metropolde yaşayan bir insan. Adım attığı her yer kalabalık. Tüm zamanı koşuşturmayla geçiyor hayatın akışına ayak uydurmak için. Arkadaşlarım diyebildiği insanlar var çevresinde. Hatta dostları da olsun. Buna birde geniş bir aile ekleyelim. Her insanın kalbinde tahtlar vardır ya, en sevdiklerini oturttuğu: işte bu insanın tahtları da dolu olsun. Hatta bu tahtlarda oturanlar çocukları ve hayat arkadaşı olsun. Hatta onlarda onu çok sevsinler. Ama bu tahtlardan birine izinsiz oturan biri var ki oda yalnızlık. Ne yapsa kaldıramıyor hak etmediği yerden. İçinde fırtınalar kopmasına sebep oluyor yalnızlık. Sevdikleri üzülmese feryat edecek yalnızım diye. Ama dedim ya, o sevdikleri üzülmesin diye bastırıyor o feryatları yalancı gülüşlerle. Belki de şehirlerde yaşayan çoğu insan gibi.
Şimdi soruyorum: kim daha yalnız? Koyunlarıyla birlikte yalnız gezen çoban mı, tüm heybetiyle insanları bile içinde barındırabilen ve yıllardır dimdik ayakta olan dağ mı, buğulu camlar ardındaki o minik kalp mi, yoksa o kadar kalabalığın içinde yalnızım diye haykıran kalp mi?
Yazan: Gül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder