HOŞGELDİNİZ


Fotoğrafları büyütmek için üzerine tıklayınız


HAYAT YAŞANTI ARAMAK DEĞİL, KENDİNİ ARAMAKTIR. (C.PAVESE)


24 Ocak 2009 Cumartesi

MERHAMET

İstanbul dan bir arkadaşım, birlikte vakit geçirmemiz için yanıma gelmişti. 1-2 gün Karamanda kaldıktan sonra Silifke tarafına gitmeye karar verdik. Kavurucu yaz sıcağında ne işimiz var düşüncesi de kafamızda oluşmadı değil, ama arkadaşla biraz gezelim, sıkıntılarımızı atalım düşüncesiyle kararımızdan vazgeçmeden devam ettik yola. Yolculuk eğlenceli geçiyordu. Şehir yaşamından uzaklaşıp, ait olduğumuz doğal yaşama doğru yaptığımız yolculuk sırasında sıkıntılar azalmaya başlıyordu bile. Şehir yaşamının ve iş yükünün ağırlığı giderek kayboluyordu üzerimizden.

“Hayat bu işte, oh be dünya varmış” sözleriyle sık sık kesilen konuşmamız, uzun süre görüşmemiş olmamızın hasret duygularıyla iç içe geçerek, devam ediyordu yolculuğumuz. "Doğa güzel, hayat güzeldi" yaşadığımız o zaman diliminde.

Yollar geçiliyor, hareket ettiğimiz yerden uzaklaşırken, varacağımız yere yaklaşıyorduk. Yol üzerindeki doğanın bize en yalın şekilde sunduğu manzarayla daha fazla bütünleşmiştim ki; arkadaşım bir mola versek iyi olur dedi. Manzaranın en iyi olduğu yerlerden birisi olan Göksu manzaralı “Danyalın Yeri” denen bir yerde verdik molayı. Burası yere oturma yerlerinin de olduğu, güzel manzarası olan, köy kahvaltısının yapılabildiği bir yer. Aparatif bir şeyler atıştırmak üzereydik ki, bizi rahatsız eden misafirlerimiz oldu birden. Arkadaşım bu misafirler nedeniyle çok tedirgindi. Ben de onun kadar olmasa da rahatsız oluyordum.

Misafirlerimiz arılardı. Arkadaşımın arıları kovmak için yaptığı el kol hareketlerinin faydası olmayınca, ben “bırak bir şey yapmazlar” şeklindeki müdahelem sonrası biraz daha sakin olabildi. Sonra ben arıları izlemeye başladım. Yanımıza, bizi rahatsız etmek için gelmedikleri belli olmaya başlamıştı. Masadaki kırıntılardan ve tatlı yiyeceklerden yararlanmak istiyorlardı.

Özellikle bir tanesi benim tarafıma çok yaklaştı. Parmağımı uzattım kaçmasını bekledim, kaçmadı biraz daha uzattım, yine kaçmadı. Nerdeyse elim değecekti. Hatta değdi, kaçmadı. Geldi elimin üzerine çıktı. Korku sardı beni. Devam mı ettirmeliydim bunu, yoksa çığlık atıp kaçmalı mıydım. Elimin üzerinde yavaş yavaş dolaşıyordu. Sadece çok hafif dokunmasını hissediyordum, sıcaklığı yoktu. Diğer elimin parmağını ona doğru uzattım yine kaçmadı. Parmağım değdi. Ama halen elimin üzerinde, parmağımın ucundaydı. Kafasına parmağımı değdirdim. Olumsuz bir tepki vermeyince başını hafifçe okşamaya başladım. 2-3 dakika sanki parmağım ucundaki bir arı değil de, bir köpek yavrusu varmış gibi başını okşuyordum. Sesini duyamıyordum ama keyif aldığı belliydi. Arkadaşımın ve benim şaşkın bakışlarımızla daha önce ne gördüğüm ne de duyduğum bu olayı, bizzat ben yaşıyordum. Bunu fotoğrafla belgelemek istedim. Arı için iki elimi kullandığımdan dolayı kafasını okşadığım elimle, (ben sağlak olmama rağmen sol elimle) fotoğrafını çekebildim.

Bu fotoğrafın adını merhamet koydum.
Çünkü ikimizde birbirimize karşı derin merhamet duygusu içindeydik.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

İstanbul
Siz tam anlamıyla bir “İstanbul”sunuz. Eğer İstanbul’da doğduysanız bu sizin için adeta bir şans demek, çünkü zaten başka bir şehirde mutlu olmazmışsınız gibi bir duruşunuz var. İstanbul hiç bir zaman öngörülemeyen karakterdedir, gizemli, cazibeli, büyüleyicidir, tıpkı sizin gibi. Hem geçmişinin izlerini taşır hem bugünü tüm realitesiyle yaşatır. Kim neyi görmek istiyorsa İstanbul’da onu görür. Tanımak, tanımlamak zaman alır. Tüm bunlar da size has özellikler değil mi? Siz nereye giderseniz gidin denizinin kokusuyla, sokaklarının sesiyle, mavi rengiyle İstanbul sizi geri çağırır ve siz bu çağrıyı kulak ardı edemezsiniz. Çünkü siz zaten "İstanbul"sunuz